Minik deniz gözlüklerimle sakin sakin yüzerken 4-5 metrede bile berrak olan olan suyun tadını çıkarıyorum; çok balık yok, birkaç karagöz var dipte, ben de onlar kadar yavaş ve sabah mahmuruyum. Bir anda tanıdık bir sesle harekete geçiyor bedenim, pavlovun köpeği gibi tekneye yöneliyorum; Nazif kaptan çanı çalıyor, yani kahvaltı hazır! Sudan sıyrılıyor bedenim, sabah güneşi tenimde; hızlı bir duş alıp, az güneşli bir köşeye yerleşiyorum. Kıpkırmızı domates dilimlerini tabağıma dizip, üzerine bolca kekikli zeytinyağı döküyorum. Sofra hemen doluyor, kahvaltılıkların üzerinde ellerimiz ve kadar hızlı dolaşıyor arılar da. Biraz arı kovalayarak, biraz önceki geceden konuşarak dalıyoruz en keyifli öğüne. Doğal kekik balını bulunca, kimse hazır bala, reçele pek tezahürat yapmıyor tabi. Yine de Nutella çabucak yarılanıyor, bazı şeyleri geride bırakamıyor insan. Kahvaltı bitince, hemen dağılıyoruz; biri denize, biri güneşe, bir diğeri birikmiş gazetelere. Hepimiz, hiç bitmeyecekmiş gibi hissediyoruz, ama aslında gizli gizli gün sayıyoruz.
Bozburun’dan sonra Datça’da karaya çıkmak pek keyif vermiyor, tabi tam o sırada patlayan alerjik durum için sağlık ocağı bana tam zamanında geliyor. Akturun denizi ise muhteşem, yüzdüğüm en duru ve serin sulardan. Geniş bir sahil, pırıl pırıl deniz. Altan’la sağlık ocağı ve eczane arasında mekik dokurken, geniş bisiklet yolları, kumsal ve çocuk oyun alanlarına bakıyoruz, sanki herşey genişlik ve ferahlık üzerine kurulu bu dev sitede. Neredeyse herkeste bir bisiklet, pek çok kişide minik motosiklet var. Aktur Eczanesi dolup taşıyor, ayağına kıymık batan, güneş yanığı olan, sıcaktan tansiyonu düşen kendini eczaneye atıyor; kalabalığın arasından sıyrılıp arkadaki odada ilk defa ayakta iğne yiyorum, şaşırtıcı biçimde az acıyor. Binbir teşekkür, ve sonra teknedeyiz. Öğlen yemeği ve serin sular..
Sabah güneşinden önce uyanan arıları tek elle kovalayıp, uykunun en tatlı yerinden devam etme çabasında bir sabah; keçi sesleriyle çınlayan sahil, soğuk su kaynaklarından seyrelmiş ve serinlemiş deniz. Arı vızıltıları sabrımızı sınarken, birer ikişer teslim oluyoruz, kimi denize, kimi kamaraya. Kahvaltı ve deniz sefasından sonra, akşamüstü bir sürpriz getiriyor Süleyman kaptan. “Arıları gördüm” diyor, karaya çıkmış ve aramış, doğal bir arı kovanı bulmuş, kovandan aldığı petek ve balı tencereye doldurup bize getirmiş. Denizden çıkan, tencerenin başına üşüşüyor, hayatımızın belki de ilk organik balını yiyoruz. Anlatıyor kaptan, öğreniyoruz, arıcılıkta organik bal olamazmış; arıları muhakkak arı kenesine karşı ilaçlamak gerekirmiş, aksi takdirde hastalıktan kırılırlarmış. Tabi ilaçlama yapıyorsan da o bala organik diyemezmişsin. Ancak böyle, doğada bulunca, organik bal yiyebilirmişiz. Neredeyse on parmakla kavradığımız petekleri, balı sarhoşluk içinde yiyoruz; hakikaten bir fark var balda, o kadar balı normalde yesek genzimiz yanar, şekerinden bayılırız. Oysa yiyoruz ve ne tadından ne de keskinliğinden rahatsızız. Müthiş balın enerjisiyle olacak, yeniden uzun uzun yüzüyoruz. Herhalde bir daha bu kadar otantik birşeyle karşılaşmayız!
Teknenin adı Furkaan’dı, Süleyman kaptan ve yakınları tekneyi kendileri yapmışlar; zaten Orhaniye, Turgut, Bozburun, bu yörelerin başlıca uzmanlığı tekne yapımıymış. İçtenlikleri ve hizmetleriyle bu 7 günü bizim için unutulmaz kıldılar. Seneye bu seyahati yinelemek dileğindeyiz, 1 hafta da olabilir 3-4 gün de. Eğer Marmaris-Datça taraflarında böyle bir mavi tur hayaliniz varsa, iletişim bilgilerini vermek isterim: Süleyman Şener, furkaan-yachting@hotmail.com, 537 982 91 72.
Tatiliniz mavi, neşeniz bol, kadehiniz dolu olsun;
Sevgiyle kalın!
Deniz
Deniz,ellerine sağlık; sayende tekrar tatildeymişim gibi hissettim. O hiç bitmeyecek gibi gözüken 7 gün ne çabukta geçti hiç anlamadım.
YanıtlaSilsıradan okuyorum :) guzel tatil olmus belli. darısı bize bakalım.
YanıtlaSil