29 Temmuz 2009 Çarşamba

Pause

“Yeşil!” diyerek parmağımla yürüyen yeşil adamı gösteriyorum, ve üzerimden geçmeye niyetli araba frene basıp beklemek zorunda kalıyor. İçimden “gerizekalı!” diyorum, sanki geçiş hakkımı kullanmaktan çok, sürücüye haddini bildirmek hoşuma gidiyor. Midemde bekleyen düğümden hareket alıyor bu duygu; yanımdan geçerken laf atan adamı bir güzel pataklamak istiyorum, kaldırımların pisliğine kızıyor, sanki yeri ezer gibi sert adımlarla yürüyorum. Akşam küçük bir hap gibi sıkıştırıp yuttuğum öfkemin üzerine sayfalarca okuyup derin bir uyku uyusam da, sabah hala midemde o hapla uyanıyorum. Üstelik bir ağ gibi dallanıp budaklanıp sarmış her yanımı. Gözlerimi açmak istemediğim ışığa rağmen otomatik adımlarla güne başlıyorum; ama kalktığımın belki beşinci dakikasında bir kaç soru yetiyor içimin taşmasına, haklı haksız farketmez söylemeye başlıyorum. Daha uyanmamış gibi bedenim, ama öfke ilk bulduğu yoldan akmaya başlıyor, önce dudaklarımdan, hemen ardından gözlerimden. Yarı ağlayarak, yarı kızarak anlatıp duruyorum. Neyse ki iyi bir dinleyicim var. Sonra “yeterince anlattığımı” hissedebildiğimde yumuşuyor birşey; etrafımı saran ağ eriyor, dağılıyor, hareket alanım genişliyor; anlaşılmış hissetmek biraz olsun kapımı aralıyor.

Alanım açık ve nefesim biraz daha derinleşebilmiş, bol su içip yüzümü yıkıyorum. Ama o minik düğüm midemde hala, karnımdan boğazıma uzanan bir hat halinde hissediyorum öfkeyi, gerginliği. Ama açlığım bir adım önde. Herşeyi ardımda bırakıp taze sabaha taze kahvaltı için telefona uzanıyorum, yakında bir kahvaltı için hızla giyinip çıkıyorum. Bir dostla sohbet, otlu peynirli omlet ve neşeli planlar dağıtıyor havamı. Giderkenki gerginliğim biraz daha hafiflemiş dönüyorum. Yürürken dikkatim biraz postürümde, yere bakmak yerine ileri bakıyorum ki başım öne sarkmasın, boynumun arkası uzun, omurgamdaki yük dengeli olsun; bir yandan gün içinde yapılacak işleri, boşalacak makineleri, kuru temizlemeciyi, bankadaki ufak işimi, düzenlenecek Reiki ve kurs notlarımı, elden geçecek gardrobumu, akşamki ders için yapacağım hazırlığı ve daha nice şeyi geçiriyorum aklımdan. Planları saat aralıklarına oturtuyorum derme çatma, eve varınca ajandama da bakar, unuttuğum birşey varsa araya sıkıştırırım. Sonra aklıma düşüyor, gitmeme 2 haftadan az kaldı, oysa doğru düzgün bir plan da yapmadım, ne gidişimi, yanıma ne kadar para alacağımı, bavula neler koyacağımı, oradaki ders saatlerini, görülecek yerleri biliyorum, ne de gitmeden kalan azıcık vaktimde daha neleri yetiştirebileceğimi. Yeni eve davet etmek istediğim nice akrabam, arkadaşlarım var, ama ne kadar istesem de birçoğu yetişmeyecek Amerika öncesine. Acaba alınacaklar mı diyorum. Umarım alınmazlar. Yetişmeye çalışıyorum ama şaşırtıcı bir doluluk var. Tüm bunlar zihnimde akıp giderken, ezbere adımlarım beni eve taşımış oluyor. Önce oturayım diyorum minderime, sonra yazayım. Yok, önce yazayım, sonra oturayım. Ya da daha güzeli, yazıp, ortasında oturup, sonra yine yazayım! Çok düşünmeden ellerim uzanıyor klavyeye, zaten şimdi oturmaya sebat edecek durumda değilim, bırakıyorum dökülsün ne varsa. Döküldükçe içeride yer açılıyor; ve benim o açıklığa çok ihtiyacım var.

Ne zamandır bulanık yüzünü göstermiyordu öfke. Belki haftasonu katıldığım aile diziminde çatladı bir kanal, belki biriken ve ilgilenmediğim duygular çekiştirdi paçasından, belki oturmaktan kaçınmaya çalışan yanım örtüyordu üstünü; nereden, nasıl geldiğini bilecek değilim. Ama onu yok sayacak veya bile bile üzerini örtüp geçiştirecek hiç değilim. O mindere şimdi oturacağım ve o duyguya yakından bakacağım, belki o öfke tüm hücrelerimde yankıyacak, belki ardından bambaşka bir his, bir çekince çıkacak. Hep olduğu gibi. Biri diğerini kamufle eder. İçimdeki ses şimdiden ipucu veriyor; bunun özdeğerle ilgisi var diyor. Günlük döngüye girdiğimde ve hareketlerim otomatikleştiğinde, sürece kattığım farklılık düzeyi düştüğünde, sıradanlık hissi yüzeye çıktığında, değerime dair bir kayıp yaşamışım gibi hissediyorum. Ayağım takılıp tökezlediğimde ve değerimin farkındalığı elimden kayıp düştüğünde, kimi zaman onun nasıl birşey olduğunu unutuveriyorum. Ve bunun farkına vardığımda, çevremi saran ince bir çaresizlik tülü, her adımımda beni takip eden yetersizlik gölgesi, ve çaktırmadan gelip ayak bileğime zincirlenen değersizlik prangası yerine yerleşmiş oluyor. Ya matın üzerindeyken farkediyorum orada olduklarını, ya da çok yakınımdaki birinin gözlerine bakarken. Ve kimi zaman, birkaç saat içinde oluveriyor herşey, bunca çabuk ortaya çıkışı ve beni sarmalayışı hayret verici, haftalardır gücüm ve farkındalığımın derin dengesindeyken, bir anda gelip çöreklenmesi bu duygunun, izinsiz ve yüzsüzce - benim hayatıma, benim içime, benim duruşuma!
...oturuş...

Oturuyorum, önce duygular çıkıyor, sonra daha ince duygular. Çoğu zaman günün ve haftanın planları epeyce turladıktan sonra yatışmaya başlar oturuş, bugün ise yeterince düşünülmüş olduğundan mı nedir, ne uçuşan programlar var ne de planlayan zihin. Duruş hızlıca oluşuyor, birkaç dakikada kasıklarım “bırakınca”, hemen yerini buluyor başım ve boynum; “hiza”nın kasesindeki su oluyorum, eforsuz yerleşiyor bedenim. Bugün zor olan çenemi gevşetmek, dikkatim tüm bedene yayılırken, dönüp dolaşıp spotu çeneme tutuyorum, bırakıyorum ve hemen kasılıyor, yumuşatmak o kadar zor ki.. Bir de karnım gergin bugün. Ama her ikisi de teslim oluyor bir süre sonra. Görmeye başlıyorum. Göğüs kafesimdeki ağırlık, ve boğazımdaki yumru hissini izliyorum; midemde değil artık o küçük tohum, göğsümün ortasında kök salmış, boğazımın önünden geçip, yutkunduğum yerde açıyor tomurcuklarını. Sonra üç gündür “geliyorum” sinyali veren, ama direncim ve aromaterapik denemelerimle bir türlü gelemeyen, yine de sinir bozucu bir karanlık isteği ve sağ yarı küremde bir ağırlıkla zonklayan, biraz hızlı hareket etsem şahdamarımdan yükselen sırıtkan migreni fakediyorum - kapının eşiğinde durmuş, bana bakıyor. İşten ayrıldığımdan beri ilk güçlü sinyal bu, gelmemesi için elimden geleni yapıyorum; içten içe seçim şansının bende olmadığını da bilerek.. İzlerken, bedendeki hislerin, duygularımla bir ayrılığı olmadığını anlıyorum bir defa daha; aralarında organik bağlar var, ya da zaten ayrı değiller.. Boğazımdaki his, ifade bulmak isteyen öfkemi bağırıyor, ve başımı çevreleyen his de zihnime tünemiş özdeğer sarsıntımı. Göğsümdeki darlık, koşturmaktan nefes alamama hissimi tercüme ediyor sanki. Oradaki duyguya bakınca, içimdeki duyguyu da görüyorum hemen ardında. Ayrı değil duygu ve beden birbirinden. Hatta zihin de ayrı değil, sadece ayrı izlenimi veriyor. Öylece oturuyorum, hepsi ve biriyle. Dağılıp bölünüyorum, ve aynı anda birleşiyorum da. Hepsi aslında tek bir duygu, ama binlerce başka duygu da. Her bir noktada ayrı bir his var ama tüm beden bir tek nokta gibi aslında. Bu anlatılamaz dağılma ve bütünlenme atışları arasında, bir an atışın kendisi olup, bir an Deniz olarak, bir an gidip gelen dalgalar, sonraki an takılmış bir plak gibi yineleyen duygular olarak, bir an nefesin ta kendisi, bir an dağılmış zihin olarak izliyorum olanı. Bazen izleyen, bazen izlenen, bazen her ikisi de olmadan. Kısacık bir sürede oluyor tüm bunlar, ve sonra eşiğimden geçtiğimi farkediyorum...

Sakinlik kapıyı açıp içeri giriyor, davet beklemeden kendi yeriymiş gibi yerleşiyor mindere, göğsüme, zihnime. Ve tam da adlandıramadığım o duruş/durma/pause halinde kalıyorum. Midem rahat, başım rahat, boğazım boşalmış, ağırlıktan geriye kalan az bir tortu sadece göğsümde odaklanmış. Zihin durgun, beden durgun, kalp atışları ve kendi ritminde bir nefes var geri planda, yüzeyde ise beyazlık, boşluk, ve hafiflik. Çok geçmeden zihin devreye giriyor, nefese müdahale etmeye karar veriyorum (kaçınılmaz!!!); nefesi, kalbime, kalbimin etrafına davet ediyorum. Gittikçe genişleyip açılıyor bu alan, kalbim nefes alıyor. Nefesler aktıkça, kalbim de hafifliyor. Bu beyaz sayfada tek hareket kalbimin çevresinde sanki. Onunla kalıyorum, onu hissetmenin tadını çıkarıyorum. Hani, meditasyonda bir his peşinde koşmak yok ya, bende var, bu “pause” ve bu hafiflemenin peşindeyim bugün. Engel olamıyorum, belki olmam da gerekmiyor. Sebepsiz ve sadece oturmak için değil oturuşum, ve bundan suçluluk duymamayı da öğreniyorum.

Kalkıp, süren bu hafiflik duygusuyla klavyemin başına geçiyorum tekrar, zihnim duru, kalbim açık, bacaklarımda halının izleri. Ağzım biraz kuru, hemen bardağa uzanıyorum. Üzerimde ne bir parça telaş var ne de belirgin başka bir duygu. Değerim yerli yerinde, gücüm ve yeterlilik hissim de. Kimi zaman, oturunca ikiye katlanıyor duygular, daha da harmanlanıp, büyüyüp ve patlak veriyor; bazen de böyle hafiflemiş kalkıyorum işte. Bedenimden süzülüp toprağa mı gidiyor, yoksa yakından bakınca rahatlayıp sönümleniyor mu bilmiyorum. Mekaniği umurumda değil, ama deneyimini seviyorum. Küçük bir oluş laboratuvarı gibi oturmak, bilinç, duyular, duygular, nefes, tepkiler. Herşey kendi hızında ve ritminde, herşey anlayamayacağım boyutta bir bilincin iradesinde. Her gün başka, ve o günü, o günkü beni oturmak nasıl bilmem – iyi geliyor.

Duygunun farkında olmak, görünce sahip çıkmak, oturup yakından bakmak denemeye değer. Kendine yakın olmak ve kendini bilmeye açık kalmak yaşama uyandırıyor; kendine kendinden yakın kimse yok, ve bilmek – ilk anda ağır da gelse – rahatlatıyor. Ve bu yaklaşıma biraz alan verince, o yaşamın yaklaşımı oluyor. Vazgeçilir mi? Vazgeçilmez..!

Nasıl uyanırsanız uyanın, ve yükselen duygu her ne olursa olsun, kendinize iyi ve yakından bakın; bunu hakediyorsunuz!
Sevgiyle kalın,
Deniz

2 yorum:

  1. Deniz merhaba;

    super yazıya dokmussun, çokçok begendim. eline sağlık

    özellikle sonlardaki bikaç cumleyi kopyaladım, cok guzel.

    Mekaniği umurumda değil, ama deneyimini seviyorum. Küçük bir oluş laboratuvarı gibi oturmak, bilinç, duyular, duygular, nefes, tepkiler. Herşey kendi hızında ve ritminde, herşey anlayamayacağım boyutta bir bilincin iradesinde. Her gün başka, ve o günü, o günkü beni oturmak nasıl bilmem – iyi geliyor.

    YanıtlaSil
  2. deniz'cim selam,

    Yazılarının birkaçını okudum. daha da okurdum ama bir yandan telefonda müşteriler bir yandan ofiste işler beni bekliyor. Eline, yüreğine, kalemine sağlık..Seni okumaya devam edeceğim haberin olsun:)

    sevgiler Altan'a selam:)

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails