7 Temmuz 2010 Çarşamba

sayfalar

Uykunun efsunlu parmakları beni öte yana çekiştirirken inatla kirpiklerimin arasından uzanıp cümleleri içime çekmeye devam ediyorum, ta ki başımı sağa düşmüş, kitabı kucağımda uzanmış bulup artık direnmek yerine başucu lambamı söndürdüğüm ana kadar. Ne zaman bir anlatının dili beni sürükleyip götürse çalarım uykumdan; zihnimin çocuk ayakları merakla koşarken bir sayfadan diğerine, çarşaf-yastık birbirine karışır, sırt üstü başlayan yolculuk yana döner devam eder, yorulan elimi değiştirip, bir o omuza bir bu omuza yüklenir, akışına dalarım kitabın. O iklimde nice aşklar, korkular, keder ve hikayeler dolanırken birbirine, bu uçta dudaklarımı kemirir, ayak parmaklarımla çarşafı çekiştirir, nefesimi tutarken bulurum kendimi kimi zaman... ‘Mahrem’in his yumağına sarılı bir gecenin kitap kucağımda uyandığım yarısını geride bırakıp ılık rüyalara kulaç atıyorum çok geçmeden. Her yolculuk öncesi olduğu gibi, sabah içimde bir parça boşlukla uyanıyorum. Nereye gittiğim hiç fark etmez, ister kıtalar arası yol alayım, ister 3 saatlik mesafe, ister aylarca uzakta olayım, ister bir kaç gün, ister iş için toplayayım bavulumu ister aşk tatili, değil mi ki başımı koyduğum yastığı, pılımı pırtımı, şehrimi geride bırakıyorum, o pervasız boşluk gelip kuruluyor her defasında göğsümün baş köşesine.

Dalga ve rüzgar sesini örtüp üzerime okumak için öğlen sıcağı şemsiye altında, baş ucumdan kitaplarımı seçiyorum dalından meyve toplar gibi, dokunup her birine, tartıp elimde, dikkat ve keyifle. Önümdeki yığına bakıyorum. “Çok mu oldu acaba... Gereksiz yük olmasın..?” Sonra geçen seneyi hatırlatıyorum kendime; götürdüğüm kitaplar yetmedi de tatilde, ikinci tur okudum ya her birini. İki takım bikini yeter artar çantada, ama kitaba cimrilik yapmamak lazım, sonra yanımdakilerin kitaplarından otlanmaya çalışsam da bir işe yaramaz. Gönlümün iklimine uymayan, üslubu dimağımı okşamayan, betimlemelerine kapılıp gidemediğim bir kitabın sayfaları sırtıma yük olur kalır; ayak sürüye sürüye elime alıp, bir türlü içinde kaybolamadığım, susuzluğunu çekmediğim kitap bir prangaya dönüşür sonunda. Kıssadan hisse, bolca kitap almalıyım yanıma, içlerinden seçmeliyim o gün merdivenlerini ineceğim kuyuyu, semasını arşınlayacağım ülkeyi, saçlarının kokusunu duyacağım hikayeyi.

Uzağın sessiz limanına seyrederken içimde büyüyen boşluk, demir atmamla birlikte dolmaya başlar “yeni”yle. Yeni mekanın kokusunu içime çeker, ayaklarımın altındaki o başka dokuyu hisseder, kılıfını yırtıp içine daldığım şehrin nabzını dinlemeye başlarım. Dinleyince ancak örtüşmeye başlar nabızlarımız; misafir gittiği evin mutfağına dalıp buzdolabını karıştırmaya başlayan bir çocuk gibi merakla, iştahla ve doğallıkla yerleşir, evim ilan ederim olduğum yeri. Evimin kapısını kilitleyip havalimanı ya da otogara yol alırken çöken sebepsiz hüzün bir çırpıda dağılır gideceğim yere vardığımda. Hemen keşif başlar, gittiğim yeri önceden bilsem, tanısam da. Zamanın becerikli elleri dolaşmıştır her yerde nasıl olsa. Muhakkak yeni bir yüz, yeni bir koku, yeni bir tat vardır yıllardır demir attığım o limanda. İlk defa vardığım bir topraksa, zaten havasından suyuna, duvarlarından insanına keşfin sonsuzluğu çekip götürür apansızca. Sokakları, bitkileri, insanları ve yemekleriyle gözümün önünde açılan bin bir yeni dünyanın cilvesi içimi gıdıklarken, hiç sektirmem, hemen kendime bir köşe yaratmaya başlarım bu yeni dünyada. Dış keşif, iç keşifle kolkola gezer her daim. Gözlerim dışarı baktığınca bakar içeri, ‘dışarı’ varsaydığım dünyanın ‘içeri’ dediğim sonsuz okyanusa düşen aksini izler dururum. O yeni ritmin, dokunun, lezzetin, rayihanın bende oluşturduğu izlenim ve hislerdir daha da heyecan uyandırıcı olan. Bu başkalığıyla baş döndüren, ama yine de aynı gezegenin tanıdık sarılışıyla kendimi yabancı hissetmediğim yeni köşeye yerleşir, burada okur, yazar, yoga ve tefekküre dalarım. Mekan değiştirmenin zaman duygusunda, aidiyet duygusunda, benlik duygusunda yarattığı kimi belirsiz titreşimler, kimi derin girdapları karıştırır, bunların arasına üslubuna aşık olduğum büyük yazarların romanlarını, anlatılarını katıp deneyim-dil örgüsünün ince hazlarına açılırım.

Kundera olmazsa olmaz bu tatilde, küçük yığınıma yerleşiyor, hemen Paul Auster ile Elif Şafak’ın arasına. Yığını terliklerle kıyafetlerin arasında, kapakları zarar görmeyecek şekilde sarıp sarmalayarak yerleştiriyorum; ödünç verilip geri gelmemiş veya çantadan çantaya fena hırpalanmış kitaplarımın acılı anısına saygıyla pür dikkat bakıyorum yeni kitaplarıma. Bu küçük yazlık kaçamağında bir nefes deniz, bir gram sessizlik, bir tutam samanyoluna gidiyorum aslında. Bir de kesintisiz okumaya, uzun duruşlarla yin yogaya, erken uyanmaya, mavinin tuzuna ve şarabın buğusuna karışmaya...

Çengelli iğneyle takılmış bir nazar boncuğu gibi içime ilişmiş boşluğu yadsımıyor, gitmeden tamamlanacak bekleyen işleri bir bir deviriyorum gün takla atan bir çocuk gibi hızla yuvarlanırken. Matımı, havlumu, kitap aralığımı toplayıp İstanbul’a göz kırpıyorum;
“Çok kısa yokluğum, bekle beni - az gevşeyip, az dinlenip geliyorum!”

Deniz

3 yorum:

  1. canım benim, eline, diline, emeğine sağlık ...

    YanıtlaSil
  2. Yazılarınızdaki şiirsel tadı çok seviyorum. Her yazınıza çok güzeldi, kelimeler içime işledi yazmaktansa sessiz bir takipçiniz olduğumu söylemek istiyorum. İyi tatiller, güneşiniz bol olsun...

    YanıtlaSil
  3. çok teşekkür ederim, sevgiyle..

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails