8 Temmuz 2010 Perşembe

saçlarım çimenlerde..

Rüzgar çanının sesi, taze yeşil çimen kokusuna dolanıp kulaklarıma takılıyor. Zeytin ağacının gölgesi kıpır kıpır, yüzümü gıdıklayan yaramaz çimler durmak bilmiyor. Burnuma çalınan bin bir rayihanın zemininde bir tutam toprak, bolca çimen, hanımelleri ve açık mavi deniz meltemi var. Hamakta uyuyan kocamın hala kucağında kitabı, gözünde gözlükleri duruyor; yukarıda toz pembe şekerlemeye dalmış kardeşim ve anneme, verandada kitabının sayfalarına dalıp giden halam ve içeride bilgisayarına dalmış babamı da ekleyince, eşitliğin diğer tarafında akşamın yedisi çıkıyor. Hareketin kapı dışında kaldığı, seslerin dolaplara saklandığı, günün yorgunluğunun sere serpe koltuklara uzandığı saat; günün en şerbetli, en unutkan, en tılsımlı rehavet vakti.

Bitmeye yaklaşırken bitmesin diye sızlandığım romanın son yapraklarını da örtünce hikayesinin üzerine, evden bahçeye yayılan gevşekliğe tutunup, çimenlere iniyorum küçük adımlarla. Çok geçmeden zeytin ağacının dallarından sızan güneşin gün sonu öpüşlerine teslim, dinlemeye başlıyorum, her ne varsa. Cırcır böceklerinin kanonu karşılıyor beni sahnenin önünde, hızla çocukluğumun yaz gecelerine çekiyor ilk çağrışım. Ege’nin en serin sularının bütün gün kayaları dövmekten yorulup yavaşlamaya başladığı saatlerde, şıpıdık terliklerle uzun yürüyüşler yaptığım sahil sitesinin gecelerinden eksik olmayan cırcır böcesi sesleri. Her bir zeytin ağacı, iğde ağacı ve zakkumun yanından geçerken yankısına yanaştığım, ama ne zaman yerini tespit etmek için ağaca adım adım yaklaşsam varlığımı, merakımı ve adeta gözlendiğini bilip de sesini kesen cırcır böcekleri... Bir adım arkada birbirine sürtünen, dokunan ve çarpışan yaprakları var limon selvilerinin, begonyaların ve yaseminlerin. Bir türlü yemediğim, istemediğim yemeyi dudaklarımın zırhından içeri kabul etmediğim, kaşık gördüğümde başımı sağa sola çevirip kaşığı kandırmayı denediğim zamanlarda, rüzgarlı yazlığın bahçesinde annemin beni hipnotize eden şarkısına konu olan çeşit çeşit yapraklar. “Deniz’in aaağaçları ve yapraklaaarııııııı..!!” Yaprak sesleriyle kolkola girmiş denizin kabaran dudakları; dalgaların sahile yayılıp gerisingeri toplanışları az yukarı, gölgelikli yeşil bahçemizin geniş karnına sokuluyor yumuşakça, diğer sesleri usulca selamlayıp, koskoca gövdesini bırakıyor bahçenin ortasına. Sanki ayağımı biraz daha uzatsam suya değecek parmak uçlarım. Dalgalarla yaprakların arasına, cırcır böceklerinin iki gıdım arkasına tembel tembel salınan rüzgar çanı kurulmuş; kimi ılık ezgilerle belli belirsiz şakıyor, kimi hesapsız ve kalıpsız öylesine çınlıyor. Sahnenin en gerisindeyse bir gölge gibi her varlığa takılan, her bulduğuna dokunan ve geçici şekiller veren rüzgar var.

Sessiz akşamın yeşil, mavi ve şeffaftan örülü yaşam kokan tınılarında, çimenlere yayılıp uzatıyorum bacaklarımı iki yanıma. Usulca dinliyorum iç ritmi, iç renkleri; bedenim aradığı şekle doğru tatlı kavisler, dönüşler ve eğilişlerle akmaya, sıvılaşıp formdan forma uzanmaya başlıyor. Olabilecek en yavaş, en serin bırakış içinde damla damla dökülüyorum yin yoganın dragonfly pozuna. Ellerim hiç olmadığı kadar hafif, gövdem hiç olmadığı kadar ağır; her nefes verişte kasıklarımdan karnıma gevşeyip, biraz daha bırakıyorum gövdemi yere. Bacaklarımı sarıp sarmalayan uzun çim öbekleri, ben eğildikçe yarı utangaç yüzüme dokunmaya başlıyor. Nefesimin iç sesi cırcır böceklerinin, zeytin dallarının, kabarmış duvar sıvalarının kabuklarında yankıyadursun, kalp atışlarım sanki benden toprağa, topraktan otlara, otlardan havaya karışıyor ben teslim oldukça. Ben katlanıyorum, bahçe katlanıyor kendi içine, ve bütün dünya da bahçenin içine..

Dragonfly’ı izleyen isimli-isimsiz açılış ve kapanışların sonunda, yin yoganın en gönül açıcı pozu geliyor doğallıkla. Topuklarıma oturup ayaklarımın üstünü bırakıyorum toprağa, çimenlerin krallığında dev Gulliver gibi uzanıp yerleşiyorum saddle pozunun o haz dolu kıyısına; saçlarım yerin kımıltılı kokularına karışıp dağılırken, güneş yudum yudum çekiliyor akşamın serin omuzlarından. Bıraktıkça daha da ait oluyorum biçime, yere ve nabzımın ritmine. Uykunun köpük köpük kıyıları sandalımı çekerken düşlerin bahçesine, hafif bir ürpertiyle ayılıp açıyorum gözlerimi, sakinlikle çıktığım pozun ardından yüzümü gömüp ekşi çimlere, çocuk pozunu kucaklıyorum iç çekerek ince ince..

Ev kıpırdamaya, dudaklar aralanmaya, ayaklar adımlara başlayınca, süzülüp en müsait klavyenin başına ilişiyorum. Akşam kara kadifeden örtüsüne sarınıp, mutfakta kadınlar, mangal başında erkekler toplanınca, yemek hazırlıklarının şenlikli sohbetlerine katılmak için son bir kaç sözcüğü de avcumda sallayıp bırakıyorum bu son satıra.

Bir tatil akşamından, uzağımdaki herkese selamlarla!
Deniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails