28 Temmuz 2010 Çarşamba

dostlar

Önceki gecelere kıyasla bir nebze daha serin geçen şekerli uykunun kucağından, bir bayram sabahı neşesiyle kalkıverdim bu sabah. Akşam yediğim bol rokalı salata ve sadece bir kadeh sauvignon blanc eşliğinde tatlı sohbet iyi geldi anlaşılan. Cenap’ın İtalya’dan gelmesi şerefine toplanmamıza rağmen, ancak ders sonrası yetişen ben Cenap ve ailesini sadece 25 dakika görebildim. Ardından, her birimiz bir önceki görüşmeden bugüne olup bitenleri, duygu hallerini, işleri, hayatı, hayalleri konuştuk hafif esintiye bırakıp tenimizi. Hala küçülmeye niyeti olmayan ay platin parıltısıyla tepemizde asılı dururken, Bilkan’ın 24 haftalık göbeğini izledim uzun uzun, nasıl da uyumlu, kendinden emin, sevgi dolu bir anne adayı olduğunu görmek, doğuma hazırlanırken egzersizlerini hiç aksatmadığını duymak harikaydı. Akşam kaplumbağa adımlarıyla sakin ve yavaş akarken, birbirimizin kaçırdığımız anılarını, görüşemediğimiz onca vakitte biriken yeni haberlerini topladık bir bir, dalından koparır gibi şişmiş kirazları. Cem ve Emrah yine döktürdüler tabi ki, bir ara bacağımı döve döve, çeneme kramp girerek gülmekten iki büklüm olduğumu hatırlıyorum..!

Birbirinin neredeyse çocuk yüzlerini bilen, birlikte gece yarılarına kadar kahve eşliğinde akışkanlar mekaniği çalışmış, dersi kırıp İstiklal’in şenlikli sokaklarını keşfetmiş, t-cetvelleri elde kar altında gümüşsuyu yokuşunu arşınlamış, birbirinin büyük aşklarını, düş kırıklıklarını, suya düşen hayallerini dinlemiş, okuldan hayata adım atarken ilk iş görüşmelerini, master dönemlerini, hayattan yedikleri silleleri paylaşmış, geçtikleri engebeli patikaları, gözyaşlarını ve kendi yollarını çizişlerini bilmiş bu küçük grubun her bir araya gelişinde aynı tatlı, tanıdık duygu sarıyor her birimizi. Bekarların azaldığı, evliliklerin, yoldaki ve kucaktaki bebeklerin arttığı ekibin içinde yeni duygular, kaygılar, sorular var. Otuz’un sihirli eğişinden atladıktan sonra “hayatımdan ne istiyorum” sorusu öncekinden farklı yerlere dokunmaya başlamış, yıllar önce taş binanın geniş merdivenlerinden çıkarken taşıdığımız soruların çoğu defalarca cevaplanmış, yerine yeni sorular bırakmış. Ama ne vakit bir araya düşsek, sanki ders arası kantinde dizilmiş gibi, aynı samimi, maskesiz, utanmasız sıkılmasız çemberin içinde buluyoruz kendimizi. Herşeyi söyleyebildiğimiz, yaramazca, kalpten ve dostça..

Pamuk helva tadındaki akşamı geride bırakıp, kısa bir yürüyüşten sonra eve girip ince pikenin altında uzanıyoruz. Sabahında benden beklenmeyen bir atiklikle neredeyse zıplayarak kalkıyorum yataktan, çaylı yumurtalı bol tahıllı ekmekli kahvaltıyı incir reçeliyle taçlandırıp Altan’ı işe yolculadıktan sonra son bir çay daha koyup, hala gecenin taze havasını taşıyan salona geçiyorum. Güneşin hünerli parmakları balkondan içeri sokulmadan klavyeye geçip birkaç satır yazasım var...

İşe ve güne girişmeden son yudumu alıp, akşamın tadını anımsıyorum. Gün önümde açılırken dudaklarımla kaçınılmaz bir gülüş takılı kalıyor. Yılların kareleri gözümün önünden geçerken, dostluklara, ortak yaşamlara, birbirimizin gözbebeklerine dalıp gitmeye kaldırıyorum ince bellimi!
Sohbet olmasa neye yarar konuşmak?
Dostlar olmasa neye yarar yaşamak?

Deniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails