2 Temmuz 2010 Cuma

anlam

Dipsiz görünen karanlık çukurun bir köşesinden gün ışığının sızdığı, bacaklarımdan sırtıma gücümün yeniden yükseldiği, kendimi ansızın içinde bulduğum kozavari kılıfın bir kenarından delindiği gündeyim. İklimin karışmış kafasına takılıp dört bir yanı saran kelebekler gibi şehrimin caddelerinde, beni de beklenmedik, sebepsiz bir kıpırtı basıyor bu sabah. Nereye düştüklerini bilemeyen kelebeklerden bir kaçı birbirini kovalarken mutfağımda, uyanıyorum bu renk filtresi değişmiş gibi görünen sabaha. Başımın etrafını saran puslu tülbent dağılmış, bedenimi yavaş yavaş sarmalayan canlılık beni şaşırtıyor; bir de bakıyorum ki günlerdir değil ziyaret etmek, evimin önünden geçmeyen yoldaşım ‘anlam’ başucumdaki romanların arasına yerleşmiş, uzun kirpiklerini süzerek bana gülümsüyor!

Parmak uçlarımda yürüyorum sanki, öyle uslanmaz bir hafiflik, öyle çocuksu bir coşku var tenimde; içimde nabız gibi atan aşkın ta kendisiyle başlıyor gün. Taştan yontulmuş kurbağam ve filim burun buruna, kelebekler pencerenin içinde birbirini kovalıyor, gördüğüm herşeyi sevesim, aynada gördüğüm kızı tutup sımsıkı sarılasım var! Aynada gördüğüm kız elinde sabah akşam bir buz paketiyle geziyor bu aralar; kalçasında hafif bir ödem var, buz tutunca 10 dakika bu defa da üşüyüp üzerine hırka giyiyor, hapşırıyor, kocası dönüp “Ne hassas şeysin sen, herşeyin incecik bir ayarı var senin için, azıcık değişse iklimin değişiveriyor. Ne yapacağım ben seninle?” diyor. “Ben de bilmiyorum ne yapacaksın benimle..?” deyip çıkıyorum hınzır bir gülüşle. İşin doğrusu ben bilmiyorum ki kendimle ne yapacağımı!

Çoğunlukla tanıdığım bir desene uyuyor ayak izlerim, ama kimi vakit haritadan çıkıveriyorum, rüzgar, yağmur, dolunay alıp götürüyor beni öteye, kendimi perdenin diğer yanına dalıp gitmiş buluyorum, gözle görünür olanın ardındaki anlama, öze, aşka yayılırken, ya da kimi vakit bu kimliğin, bu bedenin, bu adlandırmayı pek sevdiğim duyguların, bağların, anların sonluluğuna kederlenirken. Okuyup, dinleyip, sohbetlerde binbir sözcükle öre öre tinsel ağıma işlediğim üzere, şu anın büyüsüne bırakıp, kapılıp gidiyorum kimi vakit. Ve ardından, zihnin buğulu camlarına parmakla yazılmış gibi yeniden görünür oluyor planlar, programlar, zamanımı daha doğru kullanabilme kaygısı, işimi, evimi ve ailemi bir arada en iyi şekilde idare etme ideali. Günün orta yerinde o an olan bitenden, yaşamın kokusundan kopup kendimi dev bir kara tahtanın önünde buluyorum adeta; temmuz, ağustos, eylül, 2010, 2011, stüdyo, ev, tatiller, kurslar, para, zaman, bebek... Bir elimde tebeşir diğerinde ıslak bir bez, bir elimin yazıp çizdiklerini diğeri siliyor arkasından. Bir bakıyorum ki ineceğim durağa gelmişim bile, koşar adım iniyorum metrodan, ayağımda platform topuklu 19 dolarlık yazlık ayakkabılar. Kalça ağrıma bakan doktorum biraz fazla kullandığım eklemim dinlensin diye bir dizi öneri ve kuralın arasına sıkıştırıverdi ne de olsa; düz ayakkabı giyilmeyecek, çok yüksek topuklu da olmasın, ayağı destekleyen hafif bir eğim. Üst üste dizili babetlerim, sandaletlerim bana bakadursun, tanıma uyan bir tek NY’da indirimden kaptığım 6 yıllık pembe bantlı ayakkabım var. Bu haftalar ister istemez pembelere bürüneceğim yani. Neyse ki yogada ayaklarım çıplak, lastiklerini yeni onardığım mavi ve kahve şalvarlarımı giyebilirim yoga yapar ve ders verirken..!

Hafiflik alıp başını tüm günü bir boyama kitabı gibi renklere bulamaya başlıyor, ne yaptığım işler iş gibi geliyor bugün, ne ağrım ağrıya benziyor, herşeye ‘pekala’ deyip usulca eğiliyorum gelenin önünde. Bilgisayar başında yapılacakları, cevaplanacakları tamamladıktan sonra evin bekleyen köşelerini toplamaya başlıyorum. Ardından kalça rotasyonu az, tek bacak dengeleri orta şekerli, arkaya eğilmeleri bol bir yoga uygulaması ve yetişebilirsem ufak bir buluşma var.

Buz paketimi kaldırıyorum dolaba, sonra camları ardında dek açıp tutsak kelebekleri İstanbul semalarına bırakıyorum. Kara tahtam ve üzerinde yazılanlar silikleşiyor bugün, anlamla kolkola girip kozamdan geriye kalanları topluyor, önümüzdeki günü merak ve boşlukla selamlıyoruz."İyi ki geldin" diyorum, özlemişim.

Deniz

1 yorum:

Related Posts with Thumbnails