26 Ağustos 2010 Perşembe

tatlı boşluk

Şeftali kahvaltımı doğradım, dolunaya bulanmış geceyi ardımda bırakıp güne başladım. Uzun ağlamanın etkisiyle kasılıp, gevşeyip bütün tortu stressinden arınmış yüzüm düz bir deniz yüzeyi gibi sakin. İçimde ne büyük bir coşku, ne de keder var. İçimde, içine yeniyi almaya açık kocaman bir boşluk var. Seviyorum boşluğu, sevmeye başladım yıldan yıla. Her boşluğa bir cümle, bir kelime, bir program sıkıştırmayı pek seven yapım da değişiyor algım gibi, tenim gibi, yaşamdan beklentilerim gibi günden güne. Boşluğun getirdiği taze ve aydınlık havayı, nefes almaya açılan kocaman alanı seviyorum. Güne hafiflemiş başlarken, gecenin uykusuz saatlerinde yazıp hazırladığım notlar bana bugüne katacaklarımı hatırlatıyor. Bir kaç gündür baş ucuma çakılan lap top’ı alıp salona indiriyorum, kase dolusu buram buram yaz kokan şeftalimi kıyıma çekiyorum, evi hızla toparlayıp esas işe başlamadan önce biraz yazmak için vakit ayırıyorum.

Kuzenim Görkem aradı az önce; gecenin üçünde hala işinin başında çalışırken yazımı okumuş, bir de yorum atmış, sonra da sesimi duymaya karar vermiş. “Ben de şöyle bir ağlayabilsem dedim içimden yazını okuyunca” dedi, “Kadınlar daha kolay bırakıyorlar kendilerini gözyaşlarına, biz de içimize atıp atıp saçları döküyoruz! Bizim için ancak ağlamaya neden elle tutulur bir olay olacak ki ağlayabilelim”. Genellemeler her bünyeye uymasa da, çoğumuzun bildiği gözlemlediği bir gerçek bu. Erkeğin koşullandırılması, erkek çocuğun yetiştirilmesinde var göz yaşı dökmemek, zayıf görünmemek, “erkek” gibi davranmak. Belki çocuğa, koşullandırmaya, psikolojiye dair okumuş ve farkındalığı uyanmaya başlamış bir aile, şimdi, oğlunu böyle kodlamıyor; ama bizlerin arkadaşlarımız, eşlerimiz, kardeş, kuzen ve hatta babalarımız neslindeki çoğu erkek böyle güçlü görünmeye, öfkesini dışa vurabilse de acısını ve düş kırıklığını dile getirmemeye, kederi içinde hapsetmeye koşullandırılmış. Belki yas tutarken dahi çok ağlayamamış, kadınlarına güçlü birer dayanak olmak istemiş, bir araya geldiklerinde sohbeti hep yüzeyde tutup duygulara girmemeye özen göstermiş ve içlerinde saatli bombayla gezmeye başlamış erkeklerimiz. Düşünüyorum da biz kadınlar bir araya geldiğimizde, üç beş sohbet, olay ve durumu aktardıktan sonra hemen derine, insan davranışlarının kaynağına, kendi korku ve kaygılarımıza, heyecan ve aşkımıza, kısacası nasıl hissettiğimize kırarız dümeni. Duygularımızı anlatır, ifade eder, diğerlerinin duygu ve benzer deneyimlerindeki hisleriyle sağlama yapar, birbirimizin yorumlarını alır, hissetme ve empati kurma alanında yayılır dururuz. Eşimden, erkek dostlarımdan algıladığımsa, genelde erkek kardeşlerin ve arkadaşların kendi duygusal koruma alanlarını kapalı tutmaya, bir katmanın hep üzerinde kalarak iletişim kurmaya alışık oldukları yönünde. Altan bana bir olayı aktardığında, “Peki nasıl hissediyormuş?” diye sorduğumda, genelde bir cevap yoktur. Varsayılan histir cevap, veya “anlatmadı..”dır. Çoğu kadının bir cerrah inceliğiyle açıp içine daldığı tenin üzerinde kalır çoğu erkeğin kendi cinsiyle sohbeti. Karıyer, hobiler, arkadaşlar, tatiller, filmler, müzik, teknoloji, kadınlar ve daha neler.. ama çok ender bir erkeği diğerine ilişkisindeki kısır döngüyü anlatırken, ondan hislerine ve duruma dair ince yorumlar isterken duydum. İşte bu iletişime dahi açılamayan hassas bölgede yıllarca birikenler düşünülürse, bir erkekteki patlamanın daha ani, daha güçlü, ve belki de fiziksel bedende olması kaçınılmaz.

Görkem’le uzun uzun sohbet sonrası kahkahalarla kapattık telefonu. Bir kadınla konuşuyor olsam hüzünlü detaylara girip uzatabilirdim muhtemelen, zira aklıma gelen ilk beş isim de sormaya devam ederdi. Oysa Görkem’le az sonra hayata dağıldı sohbet, işe, günlük tempoya, aileye, daha nice şeye. İyi geldi kuzenin destek sesi; ardarda patlayan esprilerle iyice dağıldı dikkatim. Gevşedim ve güne başladım. Açınca monitörü, güzel insanların güzel yorumlarını gördüm bir bir; vakit ayrılıp, hissederek, empatiyle, sevgiyle, deneyimle yazılmış. Teşekkür ettim hayata, dostlarım, ailem için.

Bugün yazılacak yazım, yapılacak duyurularım, atılacak e-maillerim bol. Derin bir nefes alıp kalbimin etrafını yaşamla sarmalıyorum, son şeftali dilimi ağzımda yayılırken yazının sonuna demir atıp, yükselen güneşe ayak uydurmaya başlıyorum. Bedenimin dolambaçsız dilini saygıyla dinlerken, içimin tatlı boşluğu ışıldıyor...

“Günaydın” diyorum, geç de olsa. Gün, aydın.

Deniz

1 yorum:

  1. İYİ Kİ DOĞDUN :)
    DENGENİN HUZURUN BEREKETİN ENERJİNİN BOL OLDUĞU YENİ YAŞLARIN OLSUN...

    SEVGİLER

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails