26 Ağustos 2010 Perşembe

boğulma


Bazen o kadar çok duygu yığılıveriyor ki üst üste, boğulacak gibi oluyorum. Midemden boğazıma doğru ağır ağır yükselen daralma hissiyle nefes almakta güçlük çekmeye başlıyorum. Uzun aralıklarla da olsa yaşıyorum bu duygusal boğulmayı. Yok hayır düşünceler, hesaplar, planlar, yapılacak işlerle hiç alakası yok. Düşünce seviyesinde değil, midemin ortasında ifade bulmayı bekleyen ama benim o yana bakmadığım duygular katmanında. Düş kırıklıklarının bir kaç damla yaşa dökülmeyi beklediği, sevdiğim insanların yaşamda haksızlığa uğradıklarını hissettiğim her anda içimde biriken burukluğun kök saldığı, yüzeyden el etek çeken derin tohum korkuların doğurduğu öfke saçaklarının dans ettiği yer burası. Tükürmek isterken yutkunduklarımın, yutsam da mideme oturanların, isteyip de bir yandan korktuklarımın, başaramamaktan korktuklarımın, daha kötüsü başarmaktan korktuklarımın beklediği yer...

Dudaklarımdan, gözlerimden, kalemimden dışarı dökülemeyenlerin kaynayıp durduğu ve biriktikçe her günün üzerinde ince bir bulantı tabakası gibi yayılan duyguların birbirine karıştığı, birbirini kabarttığı yerden başlıyor yükselmeye bu duygusal boğulma. Meditasyonla - oturarak, dans ederek, şarkı veya mantra söyleyerek, dokunarak rahatlayan, dökülen, dengelenen bir yer burası. Bir süre üstünkörü baktığımda, dinlemeyi ve ifade etmeyi bıraktığımda ise birikmeye başlıyor; ardından bir de ani engebe, dönemeç ve virajlar üst üste geldiğinde duygu yığını boğazıma doğru tırmanışa geçiyor. Yere çarptığım bir yastık, veya kasılan midemden yukarı patlayan bir ağıt olup, hıçkırıklarla bedenimden boşalana dek beni sarsıyor. Bu ani patlayan boşalma öylesine bağımsız ki benden, beden sarsılarak ağlarken, duygular bir renk cümbüşü gibi iç içe geçerek ifade bulurken andan ana geri çekilip kendimi görüyor, izliyor, olan bitene tanık olurken “Nasıl oldu bu şimdi ya, gayet iyiydim bir saat önce?” diyorum bir yandan. “Bu kadar sarsılacak ne var ki?” diyor zihin. Oysa ne oluyorsa duygu-beden ekseninde oluyor. Zihnin biriktirdiği toksinin hislerden çarpıtarak damıttığı ve midemin içine tıktığı tüm duyguları temizleyip kendini bu yıpratıcı karışımdan arındıran yine zekasına hayran olduğum beden. Çünkü beden yalan söylemiyor. Beden daima dürüst, ve yolu gösteriyor. O bulantıyla, o göğsümü sıkıştıran darlıkla, o neşesizlikle. Ve ben değilim başlatan bu temizliği, tıpkı her bir hücrenin kendi çeperleri içindeki gereksiz maddeleri toplayıp seçici geçirgen zarından dışarı atması gibi, tıpkı dokuların kendini mevcut tüm kaynaklarla genlerin izin verdiği ölçüde onarması gibi, tıpkı iyi gelmeyen besin veya içeceği kasıla kasıla dışa atan mide gibi, bedenin bütünü, tüm hücresel zeka bir araya gelip kendini zaman içinde hasta edecek bu duygusal yükün, zehirin atılması için sinyaller veriyor ve en temel sistemleri devreye sokuyor. Ve bedenine izin veren insan, fiziksel atıklar gibi duygusal atıkları da boşaltacak bir zekanın kendi yöntemini uygulamasına izin vermiş oluyor. Ağlamak, bağırmak, belki yastıklara vurmak, belki bedenen sarsılmak, sallanmak.. Bu aşamaya geldiği halde bedenini, hislerini dinlemeyen, bedenin boşalmasına izin vermeyen insan ise ancak mevcut gerginliği daha da büyümeye terk etmiş, daha da derine itmiş oluyor. Beden en katı en elle tutulur katman; burada dahi hissedebildiğin bir sıkıntı varsa, artık düşünceden duyguya, duygudan fiziksel boyuta kadar inip bas bas bağırmaya başlamış yığına bakma zamanı gelmiş de geçiyor. Ve bakmadıysan artık bedendeki sıkışmış gerginlik, hormonlardan başlayarak sistemi zorlamaya, hasara uğratmaya, yormaya, kim bilir belki fonksiyon bozukluklarına doğru götürmeye başlıyor...

Hıçkırıklar durulup, göz kapaklarım hafifleyip, yoğun boşalmanın ardından nefesim derin ve engelsiz bir hale geldiğinde, bu içsel manevrayla bertaraf olan duygusal boğulmadan geriye sadece neleri içime tıkabildiğime dair apaçık resimler kalıyor. Birine “Korkma” derken ona güç vermek için kendi korkumu nasıl sakladığımı, birine tepeden tırnağa güvenip ondan darbe aldığımda sanki buna hazırmışım gibi rahat davranmaya gayret ederken içimde kalan kırıklığı, kendimden beklentilerimi gerçekleştiremediğimde oluşan ve yoksaymaya yöneldiğim memnuniyetsizliği, korkumun nasıl da benden bağımsız bir çok durumu algılayışımı çarpıtabildiğini görüyorum. Aylarca dengeli sularda yelkeni rüzgara göre çevirip, göğü ve havayı takip edip, denize kulak verip denizle hareket etmeyi öğrendikten sonra, biraz gözlerimin daldığı bir vakit aniden tepetaklak olmak daima mümkün, görüyorum.

Hep farkında kalacak, farkında olduklarının akıp ifade bulmasına izin verecek, kim ve ne pahasına olursa olsun içine atıp bırakmayacaksın. Biraz gözden kaçırdıysan, merkezinden koptuysan, hissetmediğin gibi davrandığın durumlar atlattıysan da içinde biriken ve biriktikçe seni tıkayan duygusal düğümü çözülmeye, boşalmaya bırakmanın bir yolunu bulacaksın. Hiç biri olmadıysa ve aniden gözlerinden yaşların, dudaklarından bir ağıtın dökülmeye başladığını, yastıkları yumruklayıp bağırmak istediğini farkettiysen de, kendine güvende hissettiğin bir ortamda bu gelen itkiyi serbest bırakıp, içindeki tıkılı bin bir duygunun bir bir dökülmesine alan ve zaman açacaksın... Dürüstlük, duyarlılık ve açıklıkla durup, sadece sevgiyle, sabırla, tanık olarak orada kalacaksın. Ta ki duygusal birikinti yerini saf boşluğa bırakana dek...
İşte o zaman şifa kendiliğinden gelecek.

Deniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails