25 Mayıs 2010 Salı

e Deniz'im..

Uzundur bekleyip duruyor klavyem; “ha gayret, az kaldı, şu dersi vereyim, şu çamaşırı da düreyim, şu masayı da sileyim, bülteni de göndereyim..” derken tatlı ve ılık uyku gözkapaklarımın altına usulca yerleşiyor bir akşam daha. Uykuyla göğüs göğüse son bir inatlaşma, ya bir bölüm Fringe izliyoruz Altan’la, ya da iki kat yastığımla yorganım arasında sandviç olup Osho’nun Korku’sunu ve arada da yeni çizgi romanım The Last Man’i yudumluyorum. Yazmak istediklerimi dillendirecek halim kalmadığından mı, yoksa kendime ayırdığım yarı uykulu gün sonu dakikalarını macera dolu bir şeylere ayırma ihtiyacımdan mı bilmem ama, uykudan önce yazmak pek bana göre değil. Ben sabahları yazmalıyım, iyi bir kahvaltıdan sonra, sessiz ve aydınlık odada, fonda o günkü iç alanımla rezonansa girecek hafif bir müzik ve yanımda kocaman bir bardak suyumla. Tabi ara sıra bir cafe Nero köşesinde ya da bankta oturup netbook’uma döküldüğüm de olmuyor değil, ya da iki yoga dersim arasında matımın köşesinde. Yine de herkesin bir favori zamanı vardır sevdiği eylemler için. Benimki de uykumu aldığım bir gecenin ardından doğal uyandığım sakin bir sabah işte.

Doğal uyanmayı ne kadar özledim. Düşündüğümde aklıma gelen ilk sahne Olimpos’ta Caretta Pansiyonun Dalgalı Oda’sında beyaz ve mavi duvarlara vuran günışığı, tavandaki pervane, ayağıma değen ayağı Altan’ın. Hafif bir esinti, sabah sessizliği, aklımda bir an önce kendimi bırakacağım dümdüz sabah denizi ve derenin buz gibi suyu, yoldan alıp derede yıkayacağımız meyveler, ve dönüşte Pelin’in elinden mantarlı omlet… Doğal uyanmak tatili çağrıştırıyor, tatil denizi, uzun uzun yüzmeyi. Yaz boyu küçük parantezlere sıkıştıracağımız deniz kıyısı, yosun ve iyot kokusu, akşamları mangalda deniz levreği ve rüzgara takılmış bin bir çiçek rayihası şimdiden burnumda. Bir an önce öğlen güneşinde gölgelere çekilip kitap okuyup uyumayı, tatlı ve sulu şeftalilerle serinlemeyi, denize ilk daldığım an yüzümü okşayan taze mavi dokunuşu, yaz geceleri ışıktan uzak terasta oturup kayan yıldızları izlemeyi istiyorum. Ve belki tatilin gevşek omuzlarına tutunup, ılık kucağında dinlenip, sonsuz lezzetleriyle beslenen ruhumdan akacak kelimeleri yazmayı. Kim bilir, bu yaz planladıklarımızın ne kadarını yapacağız, ve kim bilir yaşam yolumuza başka ne doğaçlama fırça dokunuşları ekleyecek?

Ha yazdım ha yazıyorum derken yeniliğini yitirse de, içimdeki yeni rahatlıktan söz etmeden geçemeyeceğim. Erich’in cümlelerine yeniden daldığım, ve günlük meditasyonuma özenle vakit ayırmaya yeniden başladığım şu günlerde, üzerime bir rahatlık, yumuşaklık yerleşti. Prenatal Yoga kursumdan beri daha yoğun yaşamaya başladığım “iç temas” biraz daha güçlendi. Farkına vardığım ya da çoktandır farkında olduğum eğilim, sezgi ve yönelimlerimi daha içtenlikle dinlemeye, bu “bilen” kaynağa daha çok alan vermeye, farkına vara vara inatla aksi yönde yürümemek için kendimle diyaloğa geçmeye başladım. Zira hala “doğru olduğuna” inandığım, ya da kendi rasyonel analizim sonucu “yapılması gerektiğine” karar verdiğim bir çok eylemde, içimde inceden sızlayıp duran, ve ne yaparsam yapayım, aslında bunun benim yolumda olmadığını, bana iyi gelmeyeceğini, kalben istemediğimi bana fısıldayan o iç rehberi dinlememeyi seçtiğim durumlar oluyor. Ve bu durumlarda aslında “olmayacağını” hissettiğim bir şeyi “oldurmaya” uğraştığımı, yap bozdaki boşluğa, oraya ait olmayan bir parçayı inatçı bir çocuk gibi parmağımla zorlayarak tıkmaya çalıştığımı içten içe biliyorum! Ve bu bilme haline rağmen bir yanımın “oldurma”ya çalıştığı eylem veya durum eninde sonunda düğümleniyor, zorlaşıyor, imkansızlaşıyor veya bir sabah kalkıyorum ve olmasını kalben istemediğimi paşa paşa kabul ediyorum. O zaman da, “e Deniz'im, şunu baştan beri hissediyordun, ne diye ittirdin durdun?” diyorum işte. Cevapsa insan olmakla, “doğru ve yanlış” inancıyla, diğerlerince kabul ve takdir edilmek isteğiyle ve hayatın kontrol edilebileceğine dair derin ve güçlü bir yanılsamayla ilgili.. Ve ne kadar farkında olsak da tüm bu durumların, ancak yaşadıkça, dinledikçe, yalınlaştıkça o gerçek anlayış insanın özünde mayalanıyor. Bu da “e Deniz'im..” diye başlayan cümleler bitmedi demek – sayıca azalsa da..!

Durup kendi anlatımıma baktığımda, tabi ki kaçınılmaz ikiliği görüyorum; dualite içinde çalışıyor insan zihni, insan anlayışı. Bilen ben ve isteyen ben, gören ben ve planlayan ben, hisseden ben ve düşünen ben. Ve bu ‘ben’ler bir ayrı görünen, bir birlikte görünen, bir kopuk görünen, bir bağlantılı görünen, aslında tek olan ve sürekli kendini deneyimleyen tek bir varlık, tek bir ben. İki uç arasında salınan, zevk ve acı arasında gidip gelen, dalgalanarak yol alan ve kendini, özünü, kim olduğunu arayan. Bu arayışta başlıyor bir çoğumuzun yoga yolculuğu; yoga – bağlantı, birlik, bütünlük. Yoga, kendini, varlığını, alanını, kim olduğunu, ne olduğunu deneyimlemek için bir sanat, bir akış, bir disiplin, bir diyalog, bir dans. Yoga, benim için her geçen gün tanımı, duygusu, anlamı ve tadı değişen, her nefesinde kendi göz bebeklerimi daha da yakından gördüğüm, o iç sarmaldan yeni bir soru ve duyguyla çıktığım. Tutkum, bayıldığım, önünde eğildiğim…

Bu sabah doğal uyanmadım, hatta uyanıp, kalkıp, odanın köşesindeki alarmı kapatıp, beş dakikalık daha uyku için yeniden yattım. Yolda yürürken hala rüya görür gibiydim, aç ve uykulu. Daha tam uyanamadan stüdyonun camlarını açmaya, çay için suyu ısıtmaya başlamıştım. Stüdyonun kokusu, camlardan süzülen hava, arada gelen telefonlar, muhasebe ziyareti, ve daha onlarca kıpırtının arasında döküldü bu defa kelimeler. Bugün de böyle..!

Kendinizi derinden dinlediğiniz, dinlence ve kaçamak tatillerle neşelendiğiniz, ilham ve rahatlık dolu günler dilerim..

Deniz

1 yorum:

  1. ...... Cevapsa insan olmakla, “doğru ve yanlış” inancıyla, diğerlerince kabul ve takdir edilmek isteğiyle ve hayatın kontrol edilebileceğine dair derin ve güçlü bir yanılsamayla ilgili.. Ve ne kadar farkında olsak da tüm bu durumların, ancak yaşadıkça, dinledikçe, yalınlaştıkça o gerçek anlayış insanın özünde mayalanıyor.....
    işte duymam, okumam gereken ve senin bana bir kez daha hatırlattığın durum... seni seviyorum küçük prenses.
    nural okanar

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails