23 Mart 2010 Salı

Bozulma

Yutkunuyorum, ders anlatırken sesim gidecek gibi oluyor, pozları göstermek gittikçe güçleşirken, nefesimi toparlayıp ara dinlenmelerde merkezimi bulmaya odaklanıyorum. Sesim dışarı ulaşamıyor gibi. Enfeksiyonu antibiyotiksiz ve ayakta geçirmenin küçük hediyelerini avuçlarıma alıp, normalden çok terleyen bedenimi dinlendirecek parantezler açmaya çalışıyorum. Bugün, o gelmesini istemediğimiz ama arada bir sarı yüzünü gösteren günlerden biri; bedenim bitkin, zihnim dolambaçlı, en sevdiğim insanın dahi sesini duymak istemediğim, kendimle başbaşa kalmak istediğim bir gün. Ne güneş, ne hava, ne de diğerlerinin varlığı biraz açabiliyor içimi. Kapatıp bütün perdelerimi, spiraller halinde kıvrılarak kendi içime, sıcak, suskun sığınağımda kalasım var. Cevaplamam gereken e-mailler, özel ve iş mesajları birikirken, yapılacak işler listemden gönülsüzce siliyorum bekleyen fil işleri bir bir. Otomatikleşmiş hareketlerle, ardımda bırakıp bitsin diye yapıyorum, kalbim burada değil. Sanki her sildiğim satırdan sonra iki yeni satır ekleniyor notlarımın arasına. Suyun dibine doğru batar gibi hissediyorum kendimi, kollarımı kıpırdatacak halim yok..

Dışarı çıkıyorum, tek hedefim eve varmak, sıcak duş, biraz dinlenme, biraz kendim, sessizliğim. Kimseyi görmek istemiyorum, kimse de beni görmesin. İçimde E.S.T Goldwrap çalıyor sürekli, insanların arasından yürürken dört bir yana dağılan zihnimin nefes nefese koşusunu anlatacak başka bir ritim yok. Bugün, o günlerden biri; başımı nereye çevirsem bir talep, bir istek, bir uzantı var, birbirini takip eden her bir anda çözülecek yeni bir ilmek çıkıyor karşıma, anlaşılacak ve giderilecek yeni bir sorun. Bugün, o günlerden biri, mümkün olsa bir kaç saatliğine dünyanın yüzeyinden silinip ulaşılmaz olmak istediğim. Yolda yürürken insanlarla karşı karşıya gelmeye dahi tahammülüm yok. Durup, derin bir nefes alıp bağırmak istiyorum “Yeter!”...

Eve girdiğimde dinleneceğim bir köşe göremiyor gözlerim; gördüklerim yıkanacaklar, boşalacaklar, toplanacaklar, pişecekler ve değişecekler. Hasar gören ve tamir edilecek şeyler. Bozulan, kırılan, tamir edilmesi gereken herşeyden bıktım. Eşyanın, evin, maddenin, bedenin yorulmasından, eskimesinden, bozulmasından bıktım. İstiyorum ki herşey aynı gücü, tazeliğiyle çalışsın, malzemeler fatigue efekte uğramasın, çatlamasın, kırılmasın, sarkmasın, inceldiği yerden kopmasın; dokular bozulmasın, eskimesin, yıpranmasın, yaşlanmasın. Yine, yeniden, bozulmaya, yaşlanmaya, eskimeye duyduğum bütün içsel direnç dipten yüzeye vurmaya başlıyor. Yani doğanın kendisine, yani akışa, yani ölüme..?

Dünden beridir içimi yoklayıp duran “at herşeyi, boşalt her yeri, hafifle” meydana çıkmış, zıplamaya başlıyor. Dolapları indirip, eşyaları kolileyip, artık bana ait olmayan herşeyi vermek istiyorum. Sürekli terleyen bedenimin soğuk terine biraz da ben katıp, evin dört bir yanını indirmek iç açıcı geliyor. Bozulan bazı şeyleri tamir etmeye vakit ve enerji dahi harcamadan yok etmek, gözümün önünden kaldırmak istiyorum. Daha fazla bozulma görecek halim yok. Bugün değil.

Aynı güçlü ritim dönüp duruyor fonda, özellikle bırakıyorum kendimi duygunun içine, kaçmadan, üzerini örtmeden, bedeni ve zihni başka birşeyle meşgul edip unutturmadan bu hissi, içine gömülüp görmek istiyorum kendimi. Çünkü ben buyum.

Dün gece rüyamda, bir süredir konuşmadığımız eski bir dost var. Yanlışlıkla ona atmışım, başka birine yazdığım uzunca bir mesajı. Cevaben bana diyor ki, “bunca zaman bir selam etmedikten sonra, şimdi bunca yazmışsın bana, nereden çıktı?” ve rüyamda bile kaçamak bir cevap arıyorum. Çünkü o kapıyı ben çalmak istemiyorum. Bozulan, kırılan ilişkileri onarmak istemiyorum. Bozulmaya başladığını hissettiğim noktada bir can simidi atıyorum son bir gayretle, ve eğer tutunursa, gayrete devam ediyorum. Ama tutunmazsa ben de bırakıyorum, dönüp sırtımı. Belki o kişinin istediği, beklediği bir gram daha gayreti göstermiyorum. Çünkü kendimce, kendi sınırlarımca elimden geleni yapmışım. O ise daha büyük bir adım, ya da gösterge bekliyor benden. Belki gözlerimi gözlerine dikip hissettiklerimi söylememi, belki de hatalı olmadığıma emin olsam da, onu kırmış olabileceğim için özür dilememi..

Bugün bir uyarıyla dürtüldü hafızamın kapalı bir kapısı; aralandığında üniversitedeki bir projeden başlayıp, ortak bir girişim denemesine, eski ve uzun bir dostluktan, kısa süren bir ilişkiye kadar uzanan bir dizi olay belirdi gözlerimin önünde. Gönüllü olarak içine adım attığım, ve ardından içinde hapsolmuş hissedip yarıda bıraktığım proje, “elimden gelenin en iyisi” olduğuna inanarak yaptığım son konuşma ve yazışmalar, üzerimdeki yükü hafifletmek için inanmayarak dilediğim bir özür ve bir defasında tüm izlerimi silercesine ortalıktan yok oluşum... Tek tek hatırladığım bir kaç olayda, bana göre hata olmayan, salt benim tercihim olan, ancak o kişiyi içten içe yaralamış, hayal kırıklığına uğratmış, yarı yolda bırakmış olan bazı kararlarım olabileceğini anlıyorum. Belki de, o son konuşmalarda, yazışmalarda ahkam kesen, ve doğru dürüst bir yanıt almadığında “ben dalı uzattım, o tutmadı” diye içini rahatlatan ben, sonu hazırlayan süreçlerde kendi bencilliğim, önceliklerim ve isteklerime dalmış, diğeri için yolu ne kadar zorlaştırdığımı hiç görememişim. Görsem de, kabul etmemişim. İlişkide, yolda bozulma başladığında, başımı diğer tarafa çeviren, kesip atan benmişim. Bozulanı tamir etmek için içten ve dürüst bir girişimde bulunmazken, yüzeyde gerekeni yapıyor görünmek için topu havada bırakan son bir göstermelik adım atan.. Ve tabi benim bir anlık kapı çarpması gibi hissettiğim kopuş, diğer uçta haftalara, aylara yayılmış bir yükmüş belki de.. Olasılıklara dalınca geçmişin çehresi, rol ve tanımlarımız nasıl da değişiyor... Salt gerçeğe tanık olmak için bakmayı denediğimizde, kim olduğumuza dair kalıplarımız nasıl da kolayca şekil değiştiriyor.

Bol suyun, müziğin, ve hissedip anladıklarımın arasından sızan kelimelerin ardından ruhen biraz daha sakinleşmiş gibiyim. O gerilmiş karnına bir neşter dokunsa çatlayacak gibiydi zihnim; genzimden geriye uzanan hisler boğazıma, ifademe dokunuyordu. İfade ettikçe küçüldü sanki boğazımdaki kara delik. Yine de görmek istemiyorum hiç kimseyi. Akşamki dersime kadar tek isteğim biraz olsun rahatlayıp, dinlenip, toparlanmak. Şimdi, müzik derinden devam ederken, evi biraz olsun toparlayıp, yakamdan paçamdan çekiştiren dolap temizliğine girişmek için doğru zaman. Ritim yumuşarken, bedenim biraz daha eforla terleyip, ardından sıcak duşun iyileştirici etkilerini kucaklayacak.

Görmekten keyif almadıklarımızı da görüyoruz bir gün, bugüne dek hangi kimliklere büründüğümüzü görüp, tüm bu anıları olduğu gibi onurlandırarak, ve eğer dilimiz izin veriyorsa özür dileyerek geçmişi ve şimdiyi şifalandırıyoruz;
Bir yandan geçmişte yaptıklarımızın “şimdi” kim olduğumuzu belirlemediğini bilerek.

Duyguyu, bilgiyi, gerçeği özgür bırakabilmek, özgür olabilmeye ilk adım.
Açıklık ve samimiyetle,
Deniz

1 yorum:

  1. bu yaziyi bir dahaki sefere 8 esit parcaya bolup yayinlarsan daha etkili olabilirsin diye dusunuyorum :)

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails