2 Mart 2010 Salı

Islanınca


Sabahında şemsiyemi dolabın kenarına sıkıştırıp, güneş gözlüğümü kaptığım gibi bahar ışıltısına kapıldığım günün, öğleden sonra şelale ayarında yağmura dönüşeceğini, spor ayakkabılarımın kenarından sızan sulara takılmayıp, kulağımdaki Coldplay-Sparks’ın yumuşak ezgisine rağmen yağmurda koşacağımı beklemiyordum. Hatırlamaya çalışıyorum, en son ne zaman böyle ıslanmıştım yağmurda? 14 yaşımdayken Can’ın yanağına kondurduğum öpücükten sonra lisenin bahçesinde yağmurun altındaki küçük koşumu, sonra 16 yaşımda Dilge’yle Beyoğlu’nda yürürken kapşonlarımızı açıp kocaman yağmur damlalarına yüzümüzü verip kolkola yürüyüşümüzü hatırlıyorum. Hemen ardından diğer yağmur anıları üşüşüyor.. Çandarlı’da yağmur altında yüzdüğümüz bir gün, İzmir’de ağzımızı açıp Canset’le yağmur yediğimiz bir an, Gümüşsuyu yokuşundan sırt çantam ve teknik resim çantamla sırılsıklam indiğim bir başka gün, Altan’la ilk çıktığımız gecenin sonunda Dolmabahçe’de arabada çay içerken buğulu camın üzerinde birleşip akan damlaları izlediğimiz uzun sessizlikler.. Yağmur her yerde, her dönemde. Kareler geliyor gözümün önüne, en neşelisinden, en hüzünlüsüne; ıslak saçlarla mermer merdivenlerden döne döne çıkarken, büyük bir tartışmanın sonunda yağmurun altında sımsıkı sarılırken, ve gökgürültüsünden korkup kardeşle kucak kucağa masanın altına saklanırken.. Yağmur her yerde..

Adımlarım sıklaşırken önce yüzüm yere dönük yürüyorum ,-rimelim akmasa iyi olur-, ama sonra koşmaya başlayınca artık hesapları bırakıp, bacaklarıma yapışmaya başlayan kotumun tuhaf hissine de alışıp, yüzümü kaldırıyorum. Kirpiklerim, yanaklarım ıslandıkça neşem artıyor, dışarıdan nasıl göründüğümün hikayeleri oluşurken zihnimde, “bir gün de şemsiyesiz ahmak ben olayım, ne varmış?” deyip geçiyorum. 5 Liralık naylon şemsiyeciler üzerime atlayacak gibi, “Abla verelim?!” deyip duruyor, istemiyorum naylon şemsiye, hatta kendi şemsiyemi de istemiyorum; ne zamandır adam aklıllı ıslanmamışım ve şimdi bir fırsatım var önümde, kaçar mı! Gittikçe artan yoğunlukta insanların, şemsiyelerin ve araçların arasından çeşitli hareketlerle sıyrılıp, kimseye çarpmadan hedefe ulaşıyorum.. Soluk soluğa apartmana giriyorum, asansörde 3 kişiyle birlikteyim, hiç tanıumadığım röfleli güler yüzlü kadın “Nasıl da hazırlıksız yakalandık!” diyerek ıslak saçlarını geriye tararken, en sevindirik yüz ifademle kıkrıdayarak “sabahki güneşten sonra şaşırtıcı değil mi? İstanbul işte!” diyorum, aslında bıraksa onunla birlikte 2. katta inip bir çayını içip uzun uzun konuşasım var, içim kıpır kıpır..! Eve gelip ıslak herşeyi asıp, evin dört bir köşesine dağıtıp, saçlarımı kurulayıp kendi gevşemiş yüzüme bakıyorum. Manavı arayıp çeşitli sohbetlerden sonra taze meyve-sebzeleri sipariş edip bir an duraklıyorum; midem mutfağa doğru çekerken, parmaklarım klavye diyor. Ben değil miyim insanlara “parantezler açın yaşamınızda, beklediğiniz ve beklemediğiniz anlarda, sadece kendinize, kendinizi dinlemek, kendinizle olmak için” diyen? İç sesim, midemin sesine galip gelince, parmaklarım klavyenin tuşlarında kaymaya başlıyor..

Eski yağmurlarda klavye yoktu, ucu ipinceyken yazmayı çok sevmediğim, hafif kütleşince hastası olduğum 2B kalemim ve çeşitli isimleri olan kocaman sayfalı ajandalarım vardı. Her sene yeni bir ajandayla başlar, ısınma sürecini bir iki günde atlatıp hemen yazmaya gömülürdüm. Sayfalar dolusu düşünceler, inançlar, iç hesaplaşmalar, tartışmalar, itiraflar ve hayaller dökülürdü. Her defterin bir adı vardı tabi ki, ve en sevdiğim Demian’dı; kesekağıdı üzerine mor pembe eski suluboya tarzı çiçek resimleri olan bir kap ile kapladığım ince uzun sayfalı, kırmızı çizgili bir Ece Ajandaydı. Her sayfa arasında bir anı, kurumuş bir çiçek, küçük bir yazışma, bir resim , bir gazete küpürü olurdu.. Birkaç kolaj resim ve doğaçlama karakalem çizimlerim düş kırıklıklarımın arasında sızıp sayfalara can verirdi. Bazı sayfalar renkli kalemlere geçip kendimce değişiklik yaparken, en bunaldığım günlerde, kalemi sayfaya batırma gücümle duygularımı belli edebildiğim 2B kalemim hep yanımda olurdu. Bazı geceler sabaha kadar yazar, okur, yeniden yazar, fonda Hür FM ve Kent FM’in kocaman walkmanimden çınladığı saatlerde, bütün ev, benim hayalimde bütün İstanbul uyurken, bir ben oturur şiire, iç gıdıklayan cümlelere, oyuncu kelimelere dalar giderdim. Yaz aşkımı görmediğim kaçıncı dolunayda olduğumuzu sayan, hem İlhan Berk hem Özdemir Asaf, utanmadan bir de Oruç Aruoba okuyan, ve tabi bunca yuvarlanınca kelimelerle, dayanamayıp yazan bir çocuktum işte. Bazen doğmamış oğluma mektuplar, bazense bir daha gözlerine bakamayacağımı, yüzünü dahi göremeyeceğimi bildiğim o adama dizeler dökerdim. Yazılacaklar bitmezdi, çünkü duygular bitmezdi; arzular, korkular, tutkular ve meraklar..Duygular bitmezdi, çünkü insanlar bitmezdi; uğruna yazılacaklar asla bitmeyen güzel insanlar, canımı feci halde yakan başka güzel insanlar, beni sevip kucaklayıp güzelleyen dostlar, ve arkamdan konuşup beni yalnız bırakan dostlar, sadece uzaktan izleyebildiğim harika insanlar, ve yıllarımı dolduran, sürprizlerle dolu insanlar; canımdan yakın olanlar, herşeyime düşman olanlar... İnsanlar oldukça, duygular oldukça, deneyim oldukça, yazılıp dökülecek çok şey var!

Saçlarım tamamen kurumuş, manav sebzeleri teslim etmiş, çorbam ısınmış, bezelyem ısınmakta, ikinci tur çamaşır dönerken, akşam dersi için evden çıkmama 15dakika kalmış. 2B kalemim ve Demian yanımda olmasa da, şimdi bu güzel klavye ve fonda bitmeyen Grey’s Anatomy Vol.2 Soundtrack albümü var.. Aylardır yazacak parantezi açamamanın hırsı ve hevesiyle olsa gerek, yağmurda ıslanmaktan buralara geldik.

Kocaman bahar özlemime ve sandaletli elbiseli günler için atan kalbime rağmen, yağmur için teşekkür edip, şemsiyemi çantama koyuyorum.

Yağmur kalbinize, yanaklarınıza, çocuk yanınıza dokunsun...
Deniz

2 yorum:

  1. canım küçük prensesim...nasıl sevindim yazını görünce...uzun zamandır okumaya hasret kalmışız yazılarını... hele birde konu "yağmur" olunca bir solukta okudum... teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. o yıllarda gece yarısı saatlerinde walkman'dan kent fm ve hür fm dinleyip yazılar yazan biri daha vardı. ben de tüm şehrin uyuduğunu hayal ederdim, demek ki bütün istanbul uyumuyormuş ne tuhaf, bugün bunu öğrendim :)

    not: benim defterimin adı olvido'ydu ama 2B yerine stabilo kullanırdım -aklımca kararlılık göstergesiydi, yazdıklarımı silmeyeceğime dair- çocukluk işte...

    sizin yağmur maceranız, benim 90'lı yıllardaki yeni yetmelik anılarımı çıkarıp getirdi. ne güzel oldu :)
    teşekkürler paylaşım için.

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails