26 Kasım 2010 Cuma

hep orada


İçimden yollar geçti. Kayalara oyulmuş odalar, geçitler, tüneller, kucağında kayısı ağaçları sararan vadiler geçti. Göğün yedi kat altında kurulmuş şehirler, duvarlarda asılı kalmış nice umut ve hayal, bulutlarına arasından göz kırpan gündoğumu geçti. Dili çözülen neyin buruk nağmeleri, taş kubbenin altında baş döndüren gülsuyu rayihası, semazenlerin teslim olmuş gözleri, yüzleri geçti. Bunlar geçedururken, tanımadığım yaprakları açıldı, bilmediğim ezgileri döküldü yüreğimin. Bir yanım dinlenmeksizin yürür, konuşur, gezerken, öbür yanım dinlemeye tutuldu. Dinlerken dinlenen zihin, bir çocuğun elleri gibi meraklı ve duraksız dokunmaya başladı her ne varsa yeniden döndüğünde şehrine. Bir yandan uzaklaşmanın ve rutin düşünce ilmeklerini seyreltmenin getirdiği boş beyaz sayfalar, bir yandan taştan, türbeden, topraktan, başka bir şehrin insanlarından bana sakin buseler gibi kalan bilinmedik, ılıh bir ilham.

Evime başka gözlerle baktım, işime, şehrime, kendime. Bakıp da göremediğim nice şey görünür oluverdi. Gürültü ve kalabalıklardan örülü sarmaşıklar başımı, kendine bakmayı reddeden insanların şikayet ve sızlanmalarından örülü ağlar kalbimi sarıp kuşatmadan kalmayı istedim. Herşeye yepyeni gözlerle bakabilmeyi bir süre daha. Yogama, derslerime, dokunuşlarıma dokunan bu tatlı ıssızlık, yumuşaklık, duyarlılık sürsün.. Nitekim kaldı benimle bu ılık, yavaş ve başka bir yerden konuşan danseder hal. Ve yaşam, bu kendiliğinden gelip içime yerleşen arpa boyu merkezlenmeyi sınamaya başladı kaşla göz arasında. Mücadele, çekişme ve itişme sızmaya başladı her köşeden, yeniden. Birazı tanık olduğum, birazı maruz kaldığım, birazı etrafımda dönen. İzlerken içine çekilmeden, yanıtlarken nefesimle ve bedenimle bağ kurarak kalmayı denedim. Ama gelip içime bıçak gibi dayanan bir hal yine geçemediğim köprü oldu..

Bir insan kendi acısıyla başa çıkabilir. Acısını drama çevirmemeyi, kabul edip sahiplenmeyi, ardından acısına neden olanları onurlandırıp geride bırakmayı öğrenebilir. Ama insan en sevdiği insanların acısına tanık olmayla baş edemeyebilir. Ben, sevdiğim insanların çaresiz ve çözümsüzce derinleşen düğümleriyle, kilitlenmeleriyle, akan gözyaşlarıyla, üzüntüleriyle baş edemiyorum. Merkezimde kalıp onların acısını içselleştirmemek, empati kurarak destek vermek ama acıyı içime almamak, sahiplenmemek bana bencillik gibi geliyor. Kendimi dışarıda tutmak beni korurken, onlara büyük bir haksızlık yapmışım gibi hissetmekten kendimi alamıyorum. Sanki onların acılarını, mutsuzluklarını onarmak için adım atmazsam bana düşeni yapmamış gibi hissediyorum. Bir doğrusu, bir yanlışı yok belki de tavrın. İnsan, yaşam kaynağından dökülürken attığı her adımda belirliyor kim olduğunu, veya deneyimliyor. Duyarsızlaşma sınırına varmayacak kadar dışında kalabilmek, içinde tutuşup yanmayacak kadar yakınlaşabilmek esas hikaye. Ve bu hikayeyi ruhen kavrayana kadar vicdani salınımlar içinde yoğruluyoruz. İnsanın anasının, babasının, kardeşinin, kocasının, karısının kaderine ve belki de kendini yineleyen yaşam örgüsüne saygı duymayı, bunu onurlandırmayı öğrenmesi gerek. Herşey elimizde değil..

Dahil olmanın ve hariç olmanın kıyılarında salınırken eteklerim, semahın orta yerinde fışkıran gözyaşlarımın gölgesi tenimde hala. Tepeden tırnağa aşka teslim, aşk ile dönen beyaz silüetler zihnimin kalabalık duvarlarını beyaza boyayarak dönmeye, dönmeye devam ediyor. Kalbimde uyananı, aklımla bulduklarımla aynı tasa bırakıyorum her akşam. Tasta mayalanadursun her ne varsa, sakin uykuya dalarken başucumda yanyana dizili sarı yapraklar, teslimiyet taşı ve çilehaneden hatıra tesbihim. Anlamlarına erişmenin hayalinde değil, ilhamının peşindeyim aşkın. Bir defa içime dokunduysa, hep oradadır; bir defa geçtiyse içimden bir tutam toprak, bir sarı yaprak, bir ağacın kokusu, hep oradadır. Vadilerin kızıl sessizliği, yürünmekle bitmeyen yollar, halk ozanlarının dizeleri, hep oradadır…

Yeni gözlerle bakmak için her bir nefese,
Daha nice diyarlar gezmeli kim bilir hem iç, hem dış alemde...

Deniz

2 yorum:

Related Posts with Thumbnails