10 Ocak 2011 Pazartesi

hikaye


Herkesin en az bir hikayesi var. Kimi hikayelerini anlatmayı sever, kimi çok yakına gelmeyenler görmesin diye saklar gömleğinin üst cebinde. Kimiyse kutulara kapatıp dolapların en üst raflarına kaldırır, bir daha asla anmamak, dile dökmemek üzere. Kimi hikayeler zamanın tozuna, tortusuna karışıp parçalara bölünür, arasına yarı hayal, yarı rüya resimler katılır. Kimi hikayeler onlarca defa anlatılmaktan tekdüzeleşir, ana hatları duvarlara kazınırken hikayeyi canlı kılan kokular, sesler, lezzetler kaybolur. Özü olup söze dökülmeyen nice hikaye gönül ve hafızada en sıcak köşede beklerken, söze dökülüp özü unutulan bir çok hikaye kağıt sayfaların arasında yerini bulur. Yazılıp dillendirilmese, kulaktan kulağa dolanmasa, gizli çekmecelerde saklansa da, her hikaye bir gün doğduğu yaşamlardan süzülüp başka yaşamlara dokunur. Her hikayeyi yaşayan can kadar, hikayeyi dinlediğinde uyanan, silkinen, kendini gören bir can da var. Hikayenin bir doğumu olduğu gibi, varıp yeşereceği diyarlar da var..

Hikayesini dile, kaleme, kalabalıklara dökenin bir kaygısı var elbet; bir arayışı, korkusu veya tutkusu. Hikayesinden uzanarak bilgiyi, deneyimi aktarmak kimi zaman; yaşamın dalgaları kıyıya vurdukça milyonlarca kum tanesi arasından topladığı bir avuç rengarenk deniz minaresini göstermek, aynı gayreti ve vakti ayıramayanlara. Kendi yaşamını, edinim ve hayallerini gerçek kılmak kimi zaman; gezegenin yüzeyini adım adım yürüyen milyonlarca insanın arasında kendi ayak seslerini duyurmak, düş baloncuklarını göğe dizmek, bir yerin kokusunu, tadını, hissini tarif etmek o coğrafyaya, duyguya, deneyime hiç uğramayanlara. Gayesinden bağımsız olarak, hikayesini şekillendiren ve görünür kılan kişi, soyunmaya ve yara izlerini göz önüne dökmeye hazırdır, ya da ayak izlerini bırakmaya cümlelerin arasına, kimi açık gönüllerce okunmak, hissedilmek üzere. Başka bir dünyanın toprağında can bulsa, uzak kültürlere kök salsa da, hikayesinde yaşar bir yandan anlatıcı kişi. Hele de yazıya, sanal yahut gerçek sayfalara yerleşiyorsa hikaye, her sayfaya ellerinin, heyecan ve arzularının kokusu siner yazarın. Hikayeden ayrı, sözcüklerin köprüsünde her bir urgan, yazanın dilinden, gönlünden, kendi öz hikayesinden ilmekler taşır. Yazarın varlığı, hikayenin ufkunda beliren gün ışığı gibidir. Kimi anlar, okur kişi, yazar kişinin gözlerinin içine bakar, yazar kişi de yazarken bilir gözlerine bakacak bir okurun varlığını..

Arada kanlı canlı bir gövde gibi, kendi kaderi ve akışıyla durur hikaye. Anlatanı dinleyene, yazarı okura bağlar. Sanıldığı üzere tek yönlü değil, karşılıklıdır akış; hikayenin bir ucu yaratıldığı, bir ucu uzandığı gönülde.. İki ucu birbirine bağlar hikaye, ikiyi bir eder. Yüzleri, binleri aynı hissin kıyısına taşır, karşı kıyıda hissin doğduğu gönül durur. Her hikaye biraz daha bütünler, tam kılar insanoğlunu, her hikaye bağı derinleştirir.

Hikayelerle uyanır insanlar, birbirine yeni gözlerle bakar, gerçek olur yaşamlar.
Ve durup dinlese, bilir ki herkes, bir hikayesi vardır doğmayı bekleyen içeride.

Yaşamın hızlı adımları arasında ilerlerken dur ve bak içeriye..
Peki ya senin hikayen ne?
Deniz

1 yorum:

Related Posts with Thumbnails