14 Ağustos 2012 Salı

doğum ve ben

      'Evleneceğiniz gün için şahitlerinizi, kıyafetinizi, mekanı, çiçekleri, müzikleri, davetlileri seçebilir, organizasyonu önceden programlayabilir ve provalar dahi yapabilirsiniz, ancak o gün yağan yağmur, aniden giren bir baş ağrısı, çıkacak bir sivilce, engeli çıkıp gelemeyen sevdikleriniz, geciken nikah memuru, ya da değişebilecek ruh haliniz üzerinde hiç bir kontrolünüz yoktur. Ve tam da o gün, o kapıdan geçerken neler hissedeceğinizi, o an gelmeden bilemezsiniz. Doğuracağınız gün için de dengeli beslenip bedeninize iyi bakabilir, nefesler, egzersizler çalışır, doğuma hazırlık kursları ve kitapları takip edebilir, yoga yapar, yürür, yüzer, meditasyonlarla o güne hazırlanabilir, hastanenizi önceden seçip, doktorunuzla her detayı konuşabilirsiniz; ancak hastaneye ulaşmaya çalışırken beklenmedik bir trafik, rahim ağzınızın çok yavaş ya da çok hızlı açılması, bebeğin bir türlü kanala girmemesi, bedeniniz ve zihninizin ağrıya olan ilkel tepkisi ve doğumun seyri üzerinde hiç bir kontrolünüz yoktur. Ve tam da o gün, doğum mağarasından geçerken içinizden hangi saklı kimliklerin çıkacağını, dalgaların sizi hangi bilinç hallerine sürükleyeceğini, her boyutta neler hissedeceğinizi o an gelmeden bilemezsiniz...' 

12 Haziran sabah 05.00 suları; belimden başlayıp kasıklarıma doğru yayılan bir sızlama ile uyanıyorum. Az sonra aynı sızlama tekrar ediyor. Üçüncü defa gelip 30 saniye kadar sürüyor; o an biliyorum ki Maya gelmeye hazırlanıyor. Tekrar geldiğinde saate bakıyorum, 05.20. Malamı elime alıp, içimden bir iki güven ve teslimiyet cümlesi tekrar edip geri uyuyorum. 7.00 gibi eşim Altan uyanmaya başlıyor, “Galiba kızımız bugün gelecek” diyorum, gülümsüyor. Hiçbir fikrimiz yok!

Kahvaltıya oturduğumuzda artık dalga dalga gelen sancılar biraz daha kuvvetli, her 5-7 dakikada bir geliyor, ortalama 45-50saniye kalıyor, her geldiğinde durup öğrendiğim nefesi uyguluyorum. Bazen oturduğum yerde öne doğru hafifçe yaslanarak, bazen ayakta. Çok heyecanlı ve sevinçliyim, doğurmayı dört gözle bekliyor ve nasıl olacağını çok merak ediyorum! Önce doktorum Hakan’ı arıyorum, bir iki saat sonra Serpil ebe’yi aramamı söylüyor. 10.00 gibi Serpil ebe’yi arıyorum, 11.30 gibi geliyor, konuşuyoruz, muayene ediyor ve henüz hiç bir açılmam olmadığını öğreniyorum, içten içe biraz moralim bozuluyor. Bir film seyredip kafamı rahatlatmamı öneriyor, çok yorulma diyor. Gün içinde konuşmak üzere sözleşiyoruz ve gidiyor.

Kimseyi erken telaşa vermemek ve kimsenin telaşını da üzerime almak istemediğimden annemlere henüz haber vermiyoruz. Altan evde, bazen bana destek veriyor, bazen kendi halime bırakıyor. Ben otururken öne pilates topuma yaslanır haldeyim, elimde sıcak su dolu termofor var, her dalgada sakrum bölgesine koyuyorum, zira burası en yoğun hissettiğim notka. Sonra topun üzerine oturup hafif zıplıyorum, merdiven inip çıkıyorum, dans eder gibi dairesel hareketler yapıyorum, bazen duvara dayanarak ayakta, bazense çömelerek yerde karşılıyorum gelen dalgaları. Bir yandan da “ya hala açılmadıysam hiç..?” diye kimseyi aramıyorum. Yavaştan zaman kavramı kaymaya, ön bilinç gevşemeye başlıyor, sancı sıklığını takip edecek, mantıklı düşünecek halim kalmıyor. Böyle ne kadar zaman geçtiğini farketmeden bir şekilden diğerine giriyorum. Dalgalar artık belimden sakruma, oradan kasıklara ve alt karnıma yayılıyor... Burada bir yerde benim gerçeklik algım bir bulutun arkasına giriyor ve doğumdan birkaç saat sonrasına dek herşey bulanık, yarı esrik, bir rüya hissinde...

Kardeşim Canset geliyor, saat 16.00-17.00 civarı. Serpil ebeyi arıyor, şiddeti artan kasılmalar ve sancıları, sıklığını vb söylüyor sanırım. Serpil bize küveti doldurup girmemi öneriyor. Sonra küvetteyim, Canset elinde termoforla yanımda, her dalgada termoforu ya da elini sakruma bastırıyor. Ağzımdan bir tek kelime çıkıyor “geliyor...” diyebiliyorum. Genelde dizlerimin üzerinde, kimi zaman çömelme pozundayım. Ufak dairesel hareketler yapıyor ya da öne arkaya salınıyorum. Zaman nasıl akıyor fikrim yok. 10 damla rescue remedy yutuyorum bir ara. Gözlerim genelde kapalı.

Saat 18.00 civarı Serpil yola çıkıyor, kaçta yanımıza geldi bilmiyorum, hala küvetteyim. Bir sonraki karede bornozumla lavabodayım, ve bir karede mutfakta Canset’e sarılıyorum, bir karede midemi boşaltıyorum. Bir ara Serpil muayene ediyor, sanırım 1-2cm diyor. Sola yatmamı istiyorlar biraz pozisyon değiştireyim ve dinleneyim diye, dayanılmaz geliyor, hemen kalkmak istiyorum. Bir an hatırlıyorum sakrum ve kalçamı duvara bastırarak sağa sola salındığımı, ve bir ara havlupana asılıp sarktığımı, ve sonra Altan’a sarıldığımı. Ne zaman bilmiyorum Serpil “artık hastaneye gidelim” diyor. Bir karede asansördeyim. Bir sonraki karede arabada, diz üstü oturuyorum arkam dönük koltuğa sarılmış vaziyette. 5 dakikalık mesafedeki hastaneye gitmemiz bir ömür sürüyor sanki. Her fren, her viraj, her kasis acıtıyor. Sanırım bu arada ses çıkarmaya, her dalgada “aaaaa....” diye sesli nefes vermeye başlıyorum. Hastaneye giriyoruz, bir sonraki an odaların ve doğum odasının dolu olduğunu öğreniyoruz. Saat 20.30-21.00 civarı. Sanki orada koridorda doğurmak zorunda kalacakmışım gibi çaresiz hissediyorum ve ağlamaya başlıyorum..! İçimde derinlerde saklı bir Deniz “Kendine gel, sen bu değilsin, ne çabuk koyverdin, sakin ol, derin nefes al, herhalde sana bir oda bulurlar koskoca hastane!” diyor. Ama ben sakinleyemiyorum. Dışarıda eşim, ebem, kardeşim de telkin edici birşeyler söylüyor elbet ama artık onları pek duyamıyorum.

 Bir odadayız, loş. Yeniden midemi boşaltıyorum. Koltuğa sarılıyorum. Diz üstü yere oturuyorum. Artık dalgalar belimden iç bacaklarıma doğru güçlü geliyor. Yanaklarım ve ellerim uyuşmaya başlıyor – ki takip eden saatler boyunca sık sık yüzüm, ellerim, ayaklarım uyuşuk kalıyor. Bir sonraki anda sancı odasındayız, doğum havuzum hazır. Sanırım ilk havuza giriyorum. Olayların akışını, sırasını, önce-sonra ilişkisini burada tamamen kaybetmiş durumdayım. Hakan ve Neşe geliyorlar. Doğum boyunca havuza 3 defa girip çıkıyorum sanırım. Arada yürüdüğümü, Altan’ın boynuna asılı durduğumu, çömeldiğimi, 2-3 defa rahim ağzı açıklığıma bakıldığını hatırlıyorum. Bir aşamada Hakan doğumu hızlandırmak için su kesesini deliyor. Bir başka arada Maya’nın pozisyonunu değiştirdiğini, karnımın üzerinden ona destek verdiğini hatırlıyorum. Bir ara yine sola yatmamı istediklerini, ama bu şekilde sancıların dayanılmaz olduğunu, ayakta veya havuzda diz üzerinde daha iyi olduğumu anımsıyorum. Tekrar midemi boşaltıyorum, zaten su dışında birşey alamıyorum. Bir ara annem geliyor “Burdayım kızım, ne zaman istersen” diyor, hayal meyal hatırlıyorum.

Ağzımdan sürekli sesler, kelimeler, cümleler dökülüyor. Ama bana ait değil gibiler, sanki ya benden başka birine, ya da çok derinlerde kalmış birine aitler. Çaresiz, yalvaran, inleyen sözler ve sesler duyuyorum; kendime yakıştıramıyorum, ama ağzımdan çıkmalarına engel olamıyorum. Altan hep yanımda, yorulsa da benim ağırlığımı taşıyor, ya sarılıyor, ya elimi tutuyor. Yine çok içerden bir yerden Deniz “Korku-gerginlik-ağrı çemberine giriyorsun, gevşe, çeneni gevşet, yüzünü gevşet, nefeslerine geri dön” diyor, ama o kontrollü, iradeli, güçlü kadın yok. Yerine sızlanan, tutunan, yardım dileyen biri var. Serpil arada sakrum ve belime bir yağ sürüyor, homeopatik remediler veriyor, rescue remedy damlatıyor, odaya aromaterapik spreyler sıkıyor ve bir eli hep üzerimde. Bazen iki dalga arası birazcık uzuyor, trans gibi bir alana giriyorum, zaman-mekan iyice kayıyor. Bir an kendimi NY’da bir sokakta yürürken buluyorum, neredeyse tenime değen güneşi, sokağın kokusunu alabiliyorum, fonda bir müzik bile var. Ve bir dalgayla bedenime geri geliyorum. Zihnin, insanı acıdan uzaklaştırmak için küçük saklı yöntemleri var...

 Saati bilmiyorum. Belki gece 02.00 civarı. Altan’ın yüzümde gezdirdiği soğuk ıslak havlu, Serpil ve Altan’ın her dalgada “nolur bastırın” dememle sakrumuma tüm güçleriyle bastırmaları, odanın loş ve sessiz ortamı, havuzun ılık, sakin suyu. Beni en çok rahatlatan bunlar sanırım. Arada bizi Altan’la tamamen başbaşa bırakıyorlar. Arada Serpil beni yeni pozisyonlara sokuyor.. Artık iyiden iyiye yorulduğumu, gücümün tükendiğini hissediyorum. Sanki bir kayıkta, okyanusun ortasındayım; rüzgar ve dalgalar nasıl gelirse oyle savruluyorum, kontrolüm sıfır, benliğim sıfır.

Bir kaç defa Maya’ya sesleniyorum “kızım hadi bana yardım et..”. Bir kaç defa bağırıyorum “lanet olsun..!”. Ve soruyorum “bağırmalarım koridordan duyuluyor mu..?”.
 “7-8 santimdesin” diyorlar. “gerçekten mi?” diyorum. İnanamıyorum...
“Başımı bir duvara vursam, yarım saatliğine bayılsam, ya da uyusam..” diyorum.

Saat 04.00 civarı. Yanımdaki ekip ve canım kocam sürekli telkinlerde bulunuyor. Bense vazgeçmek, artık bırakmak istiyorum. Hani bu doğum ülkesinin çitlerini bulsam, üzerinden atlayıp kaçıp gideceğim. Aylardır bedenen, zihnen, bildiğim ve öğrendiğim her yöntemle hazırlandığım, olabilirse suda olmasını, suda olamazsa da tamamen müdahalesiz doğal bir doğum olmasını dilediğim deneyimin içinden yüksek sesle, bastıra bastıra “Epidural istiyorum artık!” diyen ben oluyorum. Hakan ve Altan bana tekrar tekrar soruyorlar. Hakan “Bir saat daha dayanabilir misin?” diyor. “Şu an 4-5cm’de olsan hemen yapalım derdim ama 9cm’ye geldin”. Cevabım net, biliyorum, artık dayanamıyorum. Orada tam ne dedim hatırlamıyorum, ama her ne dediysem Hakan kalktı ve anestezi uzmanına haber verdi. İşte o anda sadece doğumun değil, duygularımın da seyri değişti. Bilmediğim ise şuydu: bunu istememin bende yarattığı hayal kırıklığı, öfke ve suçluluk duygularının geçmesi, doğum sonrası bedenimin iyileşmesinden çok daha uzun zaman alacaktı.

Dalgaların gücü ve sıklığına rağmen epidurali takan hekimle anlaşıyoruz ve iki sancı arası sakin bir dakika aralıkta takıyor. Sonrasında 1,5-2 saat yatar pozisyondayım, sırt üstü ve sola doğru. Bekliyoruz. Çok garip, her dalgayı hissediyorum, nefeslerimi ayarlıyorum, ve ağrım ilk 20dk içinde hafifleyerek neredeyse hissedilmez oluyor. Hala düşünebilecek bir yerde değilim, zaman nasıl geçiyor bilmiyorum. Kısacık da olsa babamı görmek istiyorum. Geliyor, elimi tutuyor, alnımdan öpüyor . Ve sonra Canset geliyor, moral verip çıkıyor. Artık beni görebilecekleri bir haldeyim, inlemiyorum, sakinim. O haldeyken kimse beni görsün, duysun istemiyordum; bedenimden çok kimliğim çıplaktı.

Maya’nın kalp atışları zaman zaman düşüyor ve tekrar yükseliyor. Sonra bir an kayboluyor, Hakan ve Serpil monitörün ve benim başımdalar. Kalp atışlarını yeniden bulamıyoruz. Erkan boş. Korkuyorum. Birşeyler ters mi gidiyor? Ani bir kararla Hakan “Tamam, artık doğurtuyoruz!” diyor. Ve sakin loş odadan, aydınlık ve kalabalık doğumhaneye geçiyoruz.

 Hemşireler, hızlı hareket, bolca ses ve alet var. “kalp atışları?” diyorum, Serpil monitörü gösteriyor “Bak burada, geri geldi, herşey yolunda.” Yapabileceğimizin en iyisini yaptığımıza ve doktorumun gerçekten lüzumlu olmadıkça hiç bir ek müdahalede bulunmayacağına duyduğum güvenle teslim olmuş vaziyetteyim. Hakan, yaptığı ve yapılmasını istediği herşeyi söylüyor. Sağımda Altan sımsıkı elimi tutuyor “Kızımıza kavuşmamıza çok az kaldı!” derken yüzünde biraz heyecan biraz telaş var. Solumda bir hemşire, yukarıdan destek veriyor, Hakan da karşımda, bense “nefes almalıyım” diyorum ve hemşireyle eşzamanlı itmeye, ıkınmaya gayret ediyorum. Bir an Ayça’yı görüyorum, elinde kamerası, çekiyor mu bilmiyorum. Sanki Fast Forward tuşuna basılmış gibi hızlı bir seyri var herşeyin. Korkacak veya düşünecek vaktim yok, sadece nefes alıp itmeye çalışıyorum. Epizyotomi ve vakum gerekiyor, herşey Maya’ya sağlıkla kavuşmak için. Arada Altan’ın güzel yüzünü görüyorum “Hadi aşkım, az kaldı!”. Bu arada bir blackout yaşıyorum. Bir an yok oluyorum. Hiçbirşey yok. Hayat yok. İp kopuyor. Karanlık. Herhalde nefessizlikten. Geri gelişim hemşirenin güçlü bir bastırmasıyla oluyor. Sanki çok uzaklardan gelmişim. Gözlerimi açtığım o an bir şok. “Kimim, Neredeyim ben?... Aaaaaa! doğum yapıyorum, Deniz’im ben..!

Hakan “Hadi az kaldı biraz daha” derken Altan “Saçları var!” diyor. Bu arada dışarıdaki binalara vuran gün ışığını görüyorum. Gün doğdu, Maya da doğsun artık..!

Başının çıkışını hissediyorum. Sonra gövdesinin. Zorlu bir mücadeleyle çıktığı için “Şimdi sana veremiyorum, doktor baksın, sonra hemen vereceğiz” diyor Hakan. “Bebek iyi mi?” diyebiliyorum. Sanırım 20 kere filan soruyorum, aynı soru ağzımdan çıkıyor kontrolsüzce, cevabı duymuyorum bile. “İyi, bebeğin iyi” diyor Hakan gülümseyerek. Saat 06.15, Haziran’ın 13’ü...

 Maya kontrol edilirken Altan onun yanında, göbek bağını kesiyor, hayran hayran onu izliyor. Ben hafif bir şoktayım. Zaman kavramı hala bulanık. Bir anda Maya’yı kucağıma veriyorlar. Ona bakıyorum, sıcaklığı, sıcaklığıma karışıyor. Onu kokluyorum, ve katılarak ağladığımı hatırlıyorum. Aylardır içimde büyüyen, her hareketini gece gündüz takip ettiğim, neye benzeyeceğini merak ettiğim minik kız göğsümün üzerinde duruyor. Altan’la birlikte uzun uzun bakıyoruz ona. Ve o anda aşık oluyoruz Maya’ya, onun sesine, tenine, kalbine. İçimden teşekkür ediyorum, defalarca, durmadan teşekkür ediyorum. Hakan dikişlerimi ve gerekli herşeyi tamamladıktan sonra odama gidiyoruz, ve Maya göğsüme geliyor yeniden. Babası onu hiç yalnız bırakmamış. İlk emzirmemde yeniden yaşlar dökülüyor gözlerimden, engelsizce, çok yoğun duygular içinde boğulur gibiyim. Onu kucağımda, sağlıklı görmek, emzirebilmek, Altan’ın bir an bile yanımdan ayrılmaması, hepsi çok güzel ve özel. Yüzüm kocaman gülümsüyor; beklediğimiz buydu, kızımız bizimle..!

Doğumdan sonra hemen ayağa kalktım, güzler yüzüm ve dik duruşumla kendimi çabuk iyileştiğime de inandırdım. Emzirme kendiliğinden geldi, Maya’nın uyku düzenine alışmak da. Vaktinden önce ayaklandım, “lohusasın, yatıp dinlenmelisin” diyenleri pek dinlemedim. Bedenen iyileşmeye başladığımı 10. gün civarı hissettim. Rahat oturabilmeye, hareket edebilmeye başlamıştım. Doğumun üzerinden 2 ay geçti, ve hala bedenim bana ait gibi değil. Hisler ise bedenden daha geç duruluyor.

Bana yetecek ölçüde duygusal iyileşmeye ancak 1,5 ayda vardım. Zihnim kontrolsüzce, yalnız kaldığım her an “Daha iyisini yapabilirdim, epidural almadan devam edebilirdim, biraz daha dayansaydım belki vakum gerekmeyebilirdi..” diyor, bir iç hesaplaşma ve çatışma yaşıyordum. Sonra sakinleyip biraz durulduğumda “Daha iyisini yapabilseydim zaten yapardım, kendi fiziksel ve duygusal sınırlarımın izin verdiği en uzun müddette doğal akışında devam ettim. Benim de sınırım buradaymış.” diyordum. Biliyordum ki doktorum da o anki gerçekleri değerlendirdi, ve benim için, bu doğum için en doğrusu olmasaydı bu şekilde ilerlemezdi. Kaldı ki her doğum, doktor için de bilimsel gerçekleri, riskleri ve içgüdülerini değerlendirdiği, ince gergin bir ip üzerinde yürüdüğü bir yolculuk.

 Bendeki bu gel git günlerce sürdü. Gece uyandığımda, yürüyüşte, banyoda... Doğum patikasından geçip bebeğimi kucağıma almıştım, yani bu yolu tamamlayıp ardımda bırakmıştım, ama zihnim ve duygularım patikadaki bir taşa takılı kalmıştı. Gelip giden baby blues hallerimin zemininde hep bu başarısızlık ve suçluluk duygusu hakimdi. Tabi ki ideallerim, hedeflerim ve kendimden beklentilerimin olması insanca. Bunların varlığı beni çabalamaya, hazırlanmaya, öğrenmeye itiyor. Ancak kontrol edemeyeceğim faktörlerin varlığına rağmen bir ideale takıldığımda sonuç düş kırıklığı oluyor.

 Kendimi doğal bir doğum için çok şartlamıştım; “her nasıl olursa olsun, pekaladır, yeter ki bebeğime sağlıkla kavuşayım” derken dilim, içimden yüzde yüz doğal bir doğumu çok düşlemiştim. Her ne kadar yoga ve yaşam bana defalarca aksini hissettirdi ve öğrettiyse de, kendimden hep ideallerimdeki doğumu beklemişim. Yavaş ve uzun seyreden doğumumda, kendi seçimimle epidural anestezi aldığım ve bunun sonucu müdahaleler gerektiği için de, hem kendime hem bebeğime karşı güçlü bir suçluluk duygusu içime yapışıp kalmış. Bu duygunun çözülüp gevşemesi, çenemin kasılmayı bırakması, benim rahatlamam, bu konunun zaten bölük pörçük olan uykularımı bölmeyi kesmesi epeyce meditasyon, telkin ve zaman aldı. Şimdi Maya tam 2 aylık oldu ve ben daha yeni yeni utanmadan, kötü hissetmeden “epidural anestezi aldım” diyebiliyorum.

 Evet, doğuma hazırlanabiliriz, nefesler, teknikler öğrenip, bilgiler ve bedensel yeteneklerle donanıp, doğum anına dair motive edici imgelemeler yapabiliriz; bunların doğuma adım adım ilerlerken büyük desteği var, bu kesin. Mevcut donanımım olmasaydı, eminim her dalga bana bir kaya gibi çarpardı. Bilmek ve hazırlanmak bana biraz olsun gevşeme, açılma ve kabul şansı verdi. Ancak doğum, tıpkı yaşam ve ölüm gibi güçlü, başına buyruk ve kontrol ötesinde bir eylem, bir akış. Her olasılıkta tercihlerimize saygı duyan bir hekim ve ekip ile çalışmak, olabilecek herşeye tam gönülle açık olmak ve her ne umarsak umalım elimizden gelenin en iyisini yapıp, neticede teslim olabilmek gerek. Doğum, kadının içinde kendi kimlik ve duygularıyla dansettiği bir bilinmezlik. Doğum, bir keşif, bir kapı, bir geçiş. Ama herşeyden önce doğum yeni bir ruhun dünyaya adım attığı, kutlu ve güzel bir deneyim; ve ilk amaç anne ve bebeğin her boyutta sağlığı olmalı. Ve her kadın, doğum deneyimi her ne ve nasıl olursa olsun, kendini yargılamaksızın bilmeli ki, elinden gelenin en iyisini yaptı...

doğum fotoğrafları: Ayça Oğuş

1 yorum:

  1. Ve Maya bebek kendini bu kadar tanıyan, sorgulayan, yol ne kadar zorlu olursa olsun sonunda kendine kılavuzluk edip, kendince en doğru çıkışı bulabilen bir annesi olduğu için çok şanslı...
    Ve sen bu halinle çok güzelsin Denizcan

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails