25 Haziran 2009 Perşembe

İnsanoğlu değişiyor...

Birkaç gündür dinlediklerim, birkaç aydır hissettiklerime ayna tutuyor. İnsanoğlu sürekli değişiyor. Bugün “sonsuza dek” dediği ilişki yarın bitmiş oluyor, veya “asla” girmem dediği kapıdan güle oynaya geçiveriyor. Sözkonusu insanın eğilim ve yönelimleri olduğunda, kesinliklere hiç bir zaman yer yok.

Uzundur görmediğim bir dostum anlatıyor, sonra kardeşim, ve başka bir arkadaşım, sonra bir öğrencim, ve bir diğeri. Kime dokunsam, ya beklenmedik bir değişimin eşiğinde , ya da paldır küldür düşüvermiş değişimin içine; kimi kendinde, kimi bir sevdiginde. Bir günde açısı değişen yaşamlar, kopan dostluklar, kucaklaşmalar, değişen kararlar var. Sebepsiz, mantıksız, bir kalıba oturmuyor pek çoğu. Çünkü hissetmenin kalıbı yok, tam da buradan doğmuş pek sevilen ve kullanılmaktan yıpranmış “kalbim ve mantığım” ikilisi.

Genel ahlak anlayışının görünmez duvarlarına, ya da “ben” diye kurup etiketlediği idealin sınırlarına çarpıp geri sekse de, insanın gövdesinin tam orta yerinden doğan ve fışkıran isteği ya da isteksizliği yoksayması pek de mümkün değil. Bastırmaya, reddetmeye veya yoksaymaya çalışmak, ancak varolanı daha derinde güçlendiriyor. Üstelik şu anda içinden çağlayan hissin bir dakika sonra hala orada olup olmayacağı da belirsiz. Yani bugün göğsünü yırtıp dışarı taşan o istek, ya da dünyaya haykırmak istediği o hissin, bir süre sonra izlerini bulmak bile imkansız olabiliyor. Bir sabah uyanıyor, ve yıllardır tüm sıkıntılarına katlandığı ilişkiye tek bir gün daha dayanamayacağını hissediyor, kapıyı çekip gidiyor. Ne biriken kıdemler tutuyor o ofisten gitmek isteyeni, ne de aidiyetin güveni. “Hayır!” diyor birden bire yıllardır “Evet”lerine alışılmış insan. İşte bu son derece insanca değişim hali, sözlerin, andların ve kontratların çok ötesine geçiyor; çünkü kimse bir gün ya da bir yıl sonra kim olacağını, veya gönlünden ne geçeceğini bilmiyor.

Yıllarca peşinden koştuğu hocayı, aşk ve güvenle sarıldığı adamı, yaşamına anlam katan kadını, en büyük utancını dahi paylaştığı can dostunu, bir gün dahi atlatmayacak kadar gonul verdiği disiplinini, kendini adadığı ilimi, yıllarını verdiği mesleği, şehri, ülkeyi, inancı, herşeyi bir anda bırakabiliyor insan; ve bambaşka, yeni, beklenmedik olana açabiliyor kapısını. Bazen dişmacununu değiştirmek kadar kolay oluveriyor şirketini değiştirmek, ya da boşalıyor yüklediği tüm anlam, ve o çok sevdiği kişiye ne olacağını hiç düşünmeden gidiveriyor. Kısacası insanoğlu sürekli değişiyor, ama bunu kabul etmek istemiyor. Sabit bir “ben” tanımı var, ve o tanımın güvenli sahasında, bildik etiketlerle, dokununca acı vermeyen sınırlarla yaşamak daha kolay, daha rahat geliyor. O tanıdık biçimin dışına çıkmaktan duyduğumuz derin korkuyla sarılıveriyoruz çoğunlukla - yaşamımızda her ne varsa, her kim varsa. Altta yatan dinamiklerin, getirdikleri ve götürdüklerinin ötesinde, “olduğu gibi devam etmesini” istiyoruz kurduğumuz düzenlerin. Değişime açığız desek de, seçici-geçirgeniz! Beklenmedik hisler dolanıveriyor ayaklarımıza, zira değişim pizza siparişi gibi değil, içeriğine, nereden ve ne zaman geleceğine, büyüklüğü ve bedeline biz karar vermiyoruz. Ya da sipariş etsek, niyet etsek, adaklar adasak da, kendine has bir akşı var yaşamın, müdahale edemeyeceğimiz. Kendi değişimimiz bir nebze daha anlaşılır gelse de, bir diğerinin değişmesinden ödümüz kopuyor. Ben değişirsem hadi neyse, ama ya peki o değişirse?

Oysa bir terazisi yok hissetmenin ve eğilimin, bir ölçüsü yok içinden gelenin. Ve dahası, değişmemek de elinde değil değişenin. Tıpkı bir monitörün pikselleri gibiyiz, görüntü akarken, bir sonraki anda ne renk olacağımızı bilme şansımız yok. Ve bir diğerinin ne renk olacağını da! Yemin eden bir din adamının, tövbe eden bir bağımlının, ya da ilan-ı aşk eden sevdalının ömrü boyunca bu sözü sürdürmeye kararı olsa da bir sonraki an ne hissedeceğinin bir garantisi yok. Hiçbirşeyin garantisi yok, çünkü hiçbirşey üzerinde kontrolümüz yok. Niyetlerimiz var, irademiz, bilgilerimiz, kararlarımız, planlarımız ve hayallerimiz; tercihlerimiz var, zevklerimiz... Ama kim olduğumuzun değişmez, sabit bir tanımı yok. Sabit tanımlar ve mutlak sınırlar aramanın anlamsızlığı ortada; şimdi ne varsa o var, az sonrayı bilme şansımız yok. Az sonra bir buket çiçek de olabilir kucağımızda, bir istifa mektubu da, bir el de tutuyor olabilir elimiz, bir bavulu da... Bildiğimiz tek şey şu anda ne olduğu. Bir sonraki ‘an’a daima kör, sağır, dilsiz – bu değişmez değişimin kalp atışlarında yaşıyoruz, ritmin bir an sonraki hızını bilmeden..

Şimdi, içimdeki yavaş ritme ayak uydurup salına salına bekleyen işlerime dönüyorum; yanıtlanacak e-mailler, alışveriş listem ve bekleyen aramalar var.. ama içimden gelmiyor şu anda, onun yerine yazıyorum da yazıyorum, şimdi bu var, ne yapayım?

1 yorum:

  1. Iste bu gupguzel anlattigin degisimle yasamak zor olan zaten. O yuzden bazen siki siki sariliyoruz 'an'a, aliskanliklara, seylere, herseyin degismekte oldugunu bile bile. O simsiki avucumuzu acmak cok zor gelebiliyor. O yuzden de dolup tasmasini bekliyoruz cogu zaman barajimizin (uzunca bir sure evet-evet deyip hayir demeden yasayamayacagimiz ani bekliyoruz senin anlattigin gibi), keske ellerimizi acabilsek hep korkmadan!

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails