11 Kasım 2009 Çarşamba

Outsider


Bugün bıraktım... Yarı uykuda yarı uyanık halde, kalkıp ajandamın derinliklerine dalmak yerine kendimi yatakta bıraktım. Sabah dersim olmadığının bilgisi ve Altan’ın rüyamda mı yoksa gerçekte mi fısıldadığını bilmediğim “biraz daha uyumalısın, dinlenmelisin” cümlesiyle, tıkalı sinüslerim ve kaşınan genzimin fonda oluşturduğu rahatsızlığa aldırmadım ve bedenimi öylece bıraktım. Ayaklarımı yere basabildiğimde, bedenimin ağırlığını uzun zamandır hissetmediğim kadar belirgin hissettim; aynada gözlerim kendimle buluştuğundaysa, sanki 10 gündür ilmek ilmek çözülen ve kendini sunan bilgi vurdu yüzüme. Zen Terapi çalışmasının ardından, sevgi, sınırlar, alanlar üzerinde dönüp dolaşan ve hem sarsıcı, hem de özgürleştirici etkileri olan öz bilgi, yavaş yavaş yaşamıma dokunmaya başladı. Daha önce algılamadığım bir katmanda farketmeye başladım kendimi; dinleyince bedenimi, dinleyince kendi sesimi.

“Herkes beni sevmek zorunda değil”. Basit bir cümle. Benim içinse çok büyük ve çok yeni. Çünkü ben bu cümleyi henüz telaffuz edebildim, 29 yıllık yaşamımda ilk defa geçen hafta söyledim, kendi ağzımdan çıkanı duyan kulaklarım yavaş yavaş alıştı, duyduğumla uyanan hisler ise tanımsız bir özgürlük ve ferahlık melodisi ile durmaksızın çınlıyor. Söylüyorum, tekrar söylüyorum. İçime aldıkça, bu gerçeğe gönlümde bir yer açtıkça nefesim açılıyor, rahatlıyorum. Bir ömür bunu nasıl hiç düşünmemişim, nasıl bunun tersine inanmış, katı bir gerçek, bir gereklilik gibi bağlanmış ve bunun için yaşamışım - inanılmaz! Başka bir alternatif olamazmış gibi, heryerde, herkes tarafından sevilmeyi arzulamış, sevilmediğim yerde içerlemiş, üzülmüş, sebebini anlamak için çabalamışım. Dışa vurmasam da, içimde yaralar açmış onaylanmamak. Ama, işte, menkıbe bu ya, daha ilkokuldan başlayan hikayemde, her dönem bir tavrımla, bir kararımla, ya da yaptıklarımla büyük grubun dışında kalmış, kimi zaman dışlanmış, ve yüzeyde görünen gülüşlerin arkasında hep parmakla gösterilen ve arkasından konuşulan o insan olmuşum. Hep bir alien hissiyle geçmiş bütün çocukluğum ve ilk gençliğim.. Ya topluluğun etik kurallarına uymamış olduğum birey, ya bekleneni yapmamışım beklendiği anda, ya da olmadık yerde içimden geleni söylemişim. Sevilmek için “uymaya” çalıştığım uzun dönemler olmuş, ama bir noktaya gelip kırılmış kurmaca kimlik. Hep az ve öz dostum olmuş, onlar da beni olduğum gibi alabilenler... Ama içten içe, dışında kaldığım gruplara, hayatımdan çekilen insanlara baktığımda hep anlaşılmak istemişim, bilinçaltım rüyalarımda tamamlamış yarım kalan herşeyi... Bu sabah hatırladığım duygu, tam da o kantinden içeri girip, onlarca kişinin bana bakışlarını algıladığım, gözlerimle etrafı taradığımda arkadaşım olan iki kişiyi zar zor seçebildiğim anda hissettiğim duyguydu. Outsider. Dışarıda kalan. Gömülmüş duygu. Ne zaman bir zerresiyle karşılaşsam, bana ağır gelen duygu. Onlarca arkadaşım, eşim, ailem, herkesle sevgiyle akarken dahi, bir tek kişinin kabulünü ve ilgisini hissetmediğim anda yüzeye çıkan o basit duygu..

Zen Terapide, dinamik meditasyonlarda, ve sonrası günlerde uyanan özgürlüğün ve ferahlığın altyapısında bu var; duyguma sahip çıktım, çünkü her ne olursa olsun, olduğum gibi olabilmenin ve içimden geldiği gibi konuşabilmenin açıklığı ve özgürlüğüydü o duygu. “Dışarıda kalan” olmakta yanlış birşey yoktu ki; bu yalnızca benim “Sevilmeliyim” kalıbıma göre bir sorundu. Sadece benim mevcut kodlamam bunu bir yüke, bir acıya, bir soruna dönüştürüyordu. Ve ferahlıkla, rahatlıkla, gönül dolusu söylediğimde, bu gerçeğe içimde bir yer verebildiğimde, omuzlarım gevşedi, karnım yumuşadı, gözlerimin etrafı, şakaklarım hafifledi: “Herkes beni sevmek zorunda değil.” Ve bu da içsel zeminde demek ki, ben herkes beni sevsin diye bakışlarımı, gülüşlerimi, cümlelerimi, duruşlarımı bükmek zorunda değilim, zaten bükmüyorsam da bükemememin suçluluğunu taşımak zorunda değilim. O bir kişi beni onaylasın diye olmadığım gibi davranmak zorunda değilim. Çünkü herkes özgür ve herkes kendi alanında hür. Kendi özgürlüğüm, kendi öz sevgim, alacağım bir dilim ilgi ve onayın çok daha üzerinde. Ve o ilgi, veya onay, veya ilgisizlik ve ret, şimdi ve burada o kadar önemsiz ki. Aslolan tek şey, benim kendimle olan ilişkim, benim hissim, benim sevgim. Aslolan tek şey benim sevgim. Aslolan şey, sevgi. Sevgi, herşeye izin verir, herşeyin olduğu gibi olmasına alan verir, herşeyin kendine has varlığının önünde eğilir. Sevgi, herşeye izin verir, tam da bu yüzden sevginin olduğu yerde “kabul etmek” için bir gayret sarfetmek gerekmez. Çünkü sevgi reddetmez ki kabul etmek için bir çaba olsun, orada herşeye alan vardır.

Niyetleri, duyguları, düşünceleri, tavırları, yaşam görüşleri, inançları, kalıpları, ve bana dair hisleri her ne olursa olsun, yaşamımda yer alan, yaşamıma dokunan ve dokunmayan herkesin ve herşeyin kendilerine has varlıklarının önünde eğiliyorum. Orada olmaları gerektiği için oradalar, ve yüce yaradanın her biri kendine özel ifadeleri olarak varlar. Olan herşeyin olması gerektiği gibi olduğunu bir anlığına da olsa anlıyorum... Ve anladığım anda içimden yükseliyor; biz kimiz ki, bir başka varlığın hislerini ve tercihlerini beğenmeyip yargılama cüretini kendimizde görebiliyoruz..? Şaşırıyorum. Olan herşeyin oluşunu onurlandırıyorum. Ben içimde bir yer açtıkça herşeye, kendimin ve hayatın daha çok farkına varıyorum.

Derin bir nefes doluyor göğsüme, can doluyor bedenime, burun deliklerimi farkediyorum, nefes rahatlıkla akıyor. Bedenimi takip ettim, kahvaltı yerine istediğim sıcak çorbayı içtim ve bedenimin beni çektiği yere, klavyenin başına geçtim, bu sabahın meditasyonu yazma meditasyonu oldu. Uzun uzun izlediğim “Outsider” kartını destenin içine bırakıp bugün için bir kart çektim.. Thunderbolt/Yıldırım kartı çıktı. Bu içsel sarsıntı hem gerekli hem de son derece önemli. Ve izin verirsen, yıkıntıların arasından daha güçlü ve yeni deneyimlere daha açık bir şekilde çıkacaksın. Yıkımı, içine dahil olmadan izle, olana evet de..

Olana, herşeye evet diyerek başlıyorum bugüne..
Olduğunuz gibi kalın,
Deniz

Resim - Egon Schiele

1 yorum:

  1. sevgi herşeye izin verir, tam bu yüzden sevginin olduğu yerde "kabul etmek" için gayret sarf etmek gerekmez. çünkü sevgi reddetmez ki kabul etmek için bir çaba olsun.
    işte kendimle yüzleşmeme neden olan cümleler...
    önce "affetmek" değil, "kabul etmek" gerekirdi öğrendiğim. şimdi yeni bir pencere açtın önümde sonsuzluğa uzanan... sevginin gücü...
    teşekkürler "küçük prensesim"...

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails