14 Ekim 2009 Çarşamba

bağlar, dostluklar, planlar


Mavi ve puslu sabah; gece boyu açık kalan pencere ve balkon kapısından eve yayılan buz gibi sabah havası yataktan kalkar kalkmaz tenime çarpıyor. Yerler serin, yollar sessiz, alarmın ilk tınlamasıyla hemen açılıyor gözlerim, yataktan doğrulurken yeni güne açığım. Bu dinçlik ve gerilimsizlikten anlıyorum ki, dün akşamki rosé ve mola iyi gelmiş, ve tabi eski bir dostla uzun sohbet ve dökülen gözyaşları da. Noter, ustalar, marangozla görüşme, bankalarla görüşme, telefon, ttnet, turkcell başvuruları, eve alışveriş, ufak bir damar çatlağı müdahalesi, aniden biten derz dolgusu için koçtaş ziyareti ve daha nice hareketle dolu günün ortasında, bir kriz noktasında araya giren, sımsıkı sarılan, duble espresso ve cheesecake eşliğinde yükümüzü boşaltıp sırtlarımızı sıvazladığımız bir dosta sahip olmak ne kadar dinlendirici. Ve tabi akşam buz gibi rosé şarap dilimin ardından kayıp giderken gözlerine bakıp ne kadar aşık olduğumu bir daha farkettiğim kocamın koluna takılıp uzun bir yürüyüş yapmak da.. Şükürler olsun.

Dün, bir defa daha hissettim, hayatta kime dokunacağımız ve kimin bize dokunacağı bizim kontrolümüzün çok dışında. Birlikte olmak, zaman geçirmek, buluşup görüşmek, adım atmak, tatil yapmak ve daha nice şey için niyet edip gayret sarfettiğim ama hiçbirini yapacak gücü, doğru zamanlamayı, motivasyonu veya hevesi bulamadığım onca insanı düşündüm. Sırf niyet edip yapmaya giriştiğim ama yarı yolda kesilen adımlar, bir türlü örtüşmeyen vakitler. Bir de benim gayreti sarfettiğim ve denk bir gayret veya istek göremediklerim var tabi. Kapıyı çalmaktan yorulduğum ve bir süre sonra dönüp gitmeye karar verdiğim ilişkiler.. Buna karşın apansız karşıma çıkan, her fırsatta kolayca yollarımız birleşen, beklenmedik zamanlarda çarpışıp bir arada yol aldığımız ve çok tepki duyarken birden bire en yakınım oluveren arkadaşlarım var; hiç tahmin etmediğim kadar yakınıma gelen ve hayatlarımızı birbirine ören..

Arkadaşı olup, dışarıdan algıladığım onca şeyi dilinden dinlemek, yoluna ortak olmak istediğim, çok iyi anlaşacağımızı hissettiğim ama bir türlü yanına sokulamadığım güzel insanların yüzleri içimde asılı kalır hep. Belki ben de birilerinin içinde asılı kalmışımdır. Uzaktan izlerim, bir yolunu bulup, yakınlaşıp biraz sohbet etmek isterim. Çünkü dilinden dökülenler benim de bulduklarımdır, dokunduğu yerleri hemen hissederim. Ama o mesafe kısalmaz bir türlü, belki benim çekingenliğimden, belki onun mesafesinden. Ama sanki, hep aynı tek kaynağın iradesinden..

Bir de karşılıklı aynı duygu ve dengini bulma hissiyle, kolay sunulmuş her fırsatta derin sohbetlere daldığımız, ama kendi gayretimizle o vakti ayarlayıp bir türlü bir araya gelmediğimiz, tembellikle, ya da başka bir ataletle kalıp, birbirimize uzanmadığımız ve neticede mesafeyi açmaya başladığımız bağlar var. Çok iyi anlaşmak, her zaman çok iyi arkadaş olmayı getirmiyor sanırım. Ya da çok denk zeka ve eğilimlere sahip olup, aynı filozof ve yazarların takipçisi olmak. Belki sevecenlik eksik oluyor, belki samimiyet.. O en iyi anlaşacağını, yakın dost olacağını, iş ortaklığı kuracağını düşündüğün, ya da inanmayı çok istediğin için kendini inandırdığın, zihinde planlayıp yaşamına adapte etmeye kalkıştığın kişi ile mayan tutmayıverir, için rahat etmeyiverir, el sıkışırken içinde birşey kıpırdayıverir. Ve biraz duyarlıysan, o kıpırdayan his, seni o ilişki içinde hep bir parça tetikte tutar, ve bir süre sonra, yeterince kendin hissetmediğin alanda sıkışmaya, rahatsız olmaya ve geri çekilmeye başlarsın..

Yani kendim olabilmek, olduğum gibi davranabilmek, düşündüğümü, hissettiğimi olduğu gibi ifade edebilmek, ve onun alanında rahat edebilmek beni bir insanla olmaya davet edebiliyor. Ne zamanki onun alanında “olduğum gibi” olamıyorum – ki bu benim veya onun gerginliklerinden kaynaklanıyor olabilir pekala – o zaman o müthiş niyet ve uzanan eller geri çekilmeye başlıyor. Ve alanı zorlaştıran enerjinin kime ait olduğunun hiçbir önemi yok, çünkü o alanda olmasının bir sebebi var ve alandaki her iki kişinin de bundan öğreneceği, alacağı ve anlayacağı var. Ve eğer alan açıksa, ya da biraz gayretle iki kişi de alanı rahatlatabiliyorsa, orada ilişki doğmaya, genişlemeye ve büyümeye başlıyor. Orada can buluyor bağ, ve oradan serpiliyor. Ve o hiç tahmin etmediğiniz, etiketlerle uzaktan izlediğiniz yabancı bir gün can dostunuz, eşiniz, elemanınız, ortağınız, sırdaşınız olabilirken, “seçtiğiniz” kişiler yavaş yavaş uzağınıza düşebiliyor.

En yakın dostumla kopmuştuk, seneler önce; 5 sene dip dibe yaşadıktan, heryere birlikte girip çıkıp, hayatımızı şekillendiren öğretileri birlikte takip edip, en büyük sarhoşluklarımızı, eğlenceli tatillerimizi, kahkahalı ve hüzünlü onlarca dönüşümü birlikte kucakladıktan sonra, bir tek gecede bir kaç dakikalık konuşmayla kopup gidivermişti herşey. Nasıl, neden, sorular boş kalmıştı, çünkü sebebini anlamamıştım. Onun gidişine tanık olmak, tüm kalbimle evet diyebilmek, rüyalarımda ona sarılmayı bırakmak yaklaşık bir yılımı almıştı.. Sonuçta, birbirimizle yolculuğumuzun – şimdilik – bittiğini anlayabildim, ve bunda rahatlayabildim. Artık sebebini sorgulamıyorum, çünkü anladım ki sebebi, veya kimin sebep olduğu da önemli değildi; uzaklaşmamız gerekiyordu, ve olması gereken oldu. Aynı, tek bilinç, tek iradeden doğuyor tüm eylemler. O yüzden bir giden ve bir kalan yok, başka bir köşeden bakınca.

Yani, seçemiyoruz, kimle dost, kimle yakın, kimle yoldaş olabileceğimizi. Seçtiğimiz ideal kişileri “ol”durtmak mümkün olmuyor her zaman. Birlikte yolculuk yapmayı umduğum arakadaşım yanımda olmayınca, bir yabancı oturuyor yan koltuğumda, ve bana önerdiği kitapçıya gidiyor, orada yıllardır aradığım kitabı buluyorum. Hep sohbet etmeyi düşlediğim ama yanına yaklaşıp iki cümleden fazla konuşamadığım bir hocayla ancak rüyamda konuşabiliyorum, ve ne zaman yanına yaklaşsam alanı beni kovuyor. Ortak olup bir adım atmaya niyet ettiğim, çok sevdiğim insanların yanında oraya ait hissetmemeye başlıyorum ve adımlarım, kalbim, geri geri gidiyor. Çok sevdiğim, ama o kadar da yakından tanımadığım insanlarla bir gecede sırtsırta verip kocaman bir adım atıveriyoruz. Hakkında önyargılarla dolu olduğum kadın, sonra en yakın dostum olup çıkıveriyor. En sessiz öğrencim bir gün, bana dair en gerçek değerlendirmeyi yapıyor. Hıçkırıklara boğulduğum bir anda ellerini tuttuğum harika insanın, bir zamanlar sadece e-mailini görünce tutuşup, hızla rapor yetiştirmem gereken biri olduğunu hatırlıyorum...

Yine aynı patikaya çıkıyor herşey, açıklığa. Açık olmayı öğreniyorum hayata, çünkü bilmiyorum. Yakınım ve uzağımı seçemiyorum. Niyet etsem de, olanı değiştiremiyorum. Nehir akarken hangi balıklara değeceğimi, hangi kayaya çarpacağımı, hangi kovukta dinleneceğimi bilmiyorum. Çünkü hayat, bizim kontrolümüzün dışında. Kontrolümüzdeymiş oyununu oynamak, bizi kısa bir süre rahatlatabilir, gerçeğe duyarsızlaştırabilir, ve egoyla daha güçlü bir özdeşlik kurarak çok güvende hissettirebilir. Ancak bu oyun bir süre sonra insanı, kendi duygu ve karmaşasıyla çökertiyor. Suçluluk, suçlama ve daha derin gizli bir güvensizliğe doğru götürüyor. Ve biliyorum, çok zor, açık olmak, açık durmak olana, yeniye, bilinmeyene; tam da bu yüzden bırakmak güç sımsıkı kilitlenmiş yumrukları, çeneleri. Ama davet etmek mümkün açıklığı, her yeni temasta, her pozda, her nefeste, her konuşmada.

Balkonun kapısını kapatıyorum, ama rüzgarın uğultusu tüm evi sarıyor. Serin günler başlarken, botlarımı ve paltolarımı gözden geçiriyor, sabah balımı eksik etmiyorum. Hareketli bir güne daha hazırlanırken, planladıklarımı not ediyorum, ama bir yandan da, hiç bir zaman yeterince hazırlanamayacağımı biliyorum.
Bir arkadaşım bir tişört görmüş, üzerinde şöyle yazıyormuş, bayıldım:

“If you want to make God laugh, tell him about your plans!”
Yani:
“Tanrı’yı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset!”

Ajandalara yazdıklarımıza yetişmeye çabalasak da, çok da bağlanmadan ve kapılmadan, açıklıkla başlasın günümüz,
Sevgiyle kalın!
Deniz

6 yorum:

  1. ellerine sağlık seni seviyorum küçük prenses...

    YanıtlaSil
  2. bir arkadaşımın tavsiyesiyle okudum yazınızı.
    iş yerinde dinlenmek için ofisimi kilitleyip kahve molası verdiğim bir aralıkta okudum ve cok az sey beni su an duydugum huzura sürükleyebilirdi.

    yazınız beni cok etkiledi ve ruhumu dinlendirdi. kaleminize sağlık.

    Burcak

    YanıtlaSil
  3. Nural halam, tesekkur ederim :)

    Sevgili Burcak, icten yorumun icin tesekkur ederim, bana yazmak icin guc verdin :)

    YanıtlaSil
  4. Denizcim, tam da ayni seyleri hissettigim bir donemde, yazdiklarini okumak buyuk mutluluk verdi...Zamanlama benim icin mukemmeldi...Benim de duygularima tercuman oldugun icin ayrica tesekkur ederim....
    Sevgimle...

    Dilek

    YanıtlaSil
  5. Dilek in de yorumunu gorunce daha iyi anladım. Ne zaman nedenini bir türlü anlayamadigim sikintilar cokse uzerime yazilarinda mutlaka aradigim cevaplara ilham kaynağı oluyorsun ya da bir ampul yaniyor birden:)Boyle bir bag var sanirim ogrencilerinle aranda..
    Iyi ki yazmaya basladin, sadece arayip konusmaya bagli olmuyor iletisimimiz boylece..

    Sevgiler
    Sanem

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Deniz,

    Kanli-canli-duygulu-icten-gercekci..!! yazilarin icin tesekkürler...

    Sanki her yazinda hayat pastasindan bir dilim alip koyuyorsun tabagimiza ve bizlerde afiyetle yiyoruz:))

    Cünkü her seferind e en sevdigimizden servis ediliyor....

    Ve simdi soruyoruz:
    -Daha yokmuuu...???

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails